Sunday, November 15, 2009

Amerikalı Gazeteciye Cevapları
Muhabirin Yazılı Gönderdiği Soruları
26 Şubat 1921
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine,

...
6. Muharebe devam ettiği müddetçe hükümetinizin Anadolu’daki Rumlara ve Ermenilere karşı meslek-i hareketiniz nedir?

7. Harb-ı umumi esnasında yapıldığı mütemadiyen ağızlarda dolaşan Ermeni ... tehciri hakkında hükümetinizin resmi nokta-ı nazarı nedir?

8. Ermeniler ve Rumlar tarafından Türklere karşı vukuu rivayet edilen katliam hakkında ne gibi malumat verebilirsiniz?
...
13. Sovyet Ermenistanı ile münasebatınız nedir?

14. Cemiyet-i akvam hakkında fikriniz nedir?

Clarence K. Streit
Public Ledger - Philadelphia
Mustafa Kemal’in Cevapları
...
6. Müslim ve gayri müslim Türk vatandaşları arasında hiçbir ayırım yapmıyoruz. Böylece Rumların ve Ermenilerin düşmanla birlikte vatana hıyanette bulunmadıkları müddetçe endişe edecekleri bir husus yoktur.

7. Düşmanca ithamda bulunanların sürdürdükleri büyük mübalağalar dışında Ermenilerin tehciri meselesi aslında şuna inhisar etmektedir:

Rus ordusu 1915’de bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu.

Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından beri kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan bilistifade ve bu maksada matuf olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı.
İngiltere’nin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkarı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz.
Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harb etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı.

8. Gerek Umumi Harp sırasında gerek mütarekeden sonra Ermeniler ve Rumlar tarafından müslüman ahaliye yapılan mezalim üzerinde durmak uzun bir hikaye olur.
Brest-Littowsk Muahedesinin akdini müteakip Rusların Şark vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliam ve tahribat kafi derecede herkesin malumudur.

Sivas’ta benle görüşmüş olan, bilahare bu bölgeleri ziyaret eden ve buralarda Ermeni çetelerinin davranışları hususunda mufassal müşahadelerde bulunarak daha sonra kendisine bu konuda anlatmış olduğum şeylerin doğru olduğunu bana yazmış bulunan Amerikan Generali Harbord Amerikan Umumi ekfarının kendisinden faydalı bilgi temin edebileceği bir şahidimizdir. Taşnaklar daha sonra da Kars ve Olti bölgelerinde Alexandropol (Gümrü) Antlaşmasının akdine kadar cinayetlerine devam etmişlerdir.
Yunanlılara gelince İzmir’in işgali sırasında öyle cinayetler işlemişler ki, Yunanistan’ın müttefiki İtilaf Devletleri tarafından teşkil edilmiş bulunan “İtilaf Devletleri Tahkikat Komisyonu” üyeleri bile, 1919 Sonbaharında bu vilayeti baştan başa katettikten sonra hazırladıkları raporda, Yunan makamları aleyhinde son derece ağır tenkitlerde bulunmuşlardır.

Yunanlıların işgal ettiği bölgede her yaş ve cinsiyetten onbinlerce Türk katledilmiş, bütün büyükbaş hayvanlar Yunanistan’a götürülmüş ve bölgeden yüzlerce bedbaht göçmen bölgemize itilerek bir çaresizliğe duçar edilmiştir.
...
13. Ermenistan birkaç günden beri tekrar Taşnakların eline düşmüştür. Alexandrapol (Gümrü) Muahedenamesini samimiyetle tatbik mevkiine koyacak her Ermeni Hükümeti dostluğumuza güvenebilir.

Milyonlarca Türk’ü binlerce Ermeni’nin hakimiyetine terketmeye kalkışan Wilson projesi sadece gülünçtür.

14. Halen Cemiyet-i Akvam sanırım İngiltere’nin elinde kullandığı diğer bir vasıtadır.
Atatürk’ün Milli Dış Politikası, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1994, c.1, s. 259-2

Wednesday, October 14, 2009

Hepimiz Ermeniyiz Diye Başladı, Leş Kargaları ile Bitti

Bülent Esinoğlu - İlk Kurşun Gazetesi

Önce protokolün imzalandığı masanın etrafındakilerin ne olduğundan başlayalım.
Osmanlı’yı paylaşanların hepsi imza masasının arkasındaydı. İngiltere’nin yerine Amerikan temsilcisi Clinton, Rusya temsilcisi Lavrof, Avrupa temsilcisi Solana Davutoğlu’nun üzerine doğru abanmışlardı. Davutoğlu azıcık yan çizse leş kargaları ensesine oturacak gibi duruyorlardı.
Protokol imzalandı. Türkiye kaybetti.
Amerika, Rusya ve Avrupa kazandı.
Rusya Azerbaycan’ı kazandı. Amerika Kafkaslara ikinci adımı attı. Avrupa ikinci bir petrol enerji hattı potansiyeli kazandı.
Batının planı, Hırant Dink’in CIA tarafından katledilmesi ile başladı. Arkasından, Türk halkının yoğun bir şekilde aşağılanması süreci yaşatıldı.
Hepimiz Ermeniyiz yürüyüşleri ile aşağılanma süreci sürdürüldü.(Aşağılanan halklar tepkisizleşirler)
Bu protokolden sonra, Tayyip ve Gül ne derse desin, hangi açıklamayı getirirse getirsin, Amerikan yalakası basın hangi yalanı bulursa bulsun, Ermenistan’ı tercih ettikleri açıktır.
Ermeni’yi Türk’e, Hıristiyan’ı Müslüman’a tercih ettiler.
Yapılan iş özümüze ve çıkarlarımıza aykırıdır.
Propaganda aygıtı, bir yere kadar insanımızı yanıltabilir. Bir yerden sonra bu iş geri tepecektir.
Bundan sonra Azerbaycan’ı kazanmamız çok zor.
Emperyalizm sadece Türkü Kürde düşman etmekle kalmıyor. Artık Türk’ü Türk’e düşman etmeyi de başarıyor.
Arapların kendi aralarındaki düşmanlığın nedeni, ne dindir, ne de başka bir şey. Emperyalizmdir. Bu gidişle, Arapların durumuna düşeceğimiz görünmektedir.
Azerbaycan ile bizim aramıza emperyalizm girmiştir.
Tercihimizi Ermenistan’dan yana koyarsak, Azerbaycan çevresindeki tüm Türk Cumhuriyetlerini kaybederiz. Yükselen Asya’yı kaybederiz.
Amerikan destekli bu siyasi iktidar, iktidarını sürdürmek için Amerika’nın tüm isteklerine evet diyecektir. AKP iktidarı açısından bakarsak, başka çareleri yoktur. Amerika’nın istediği, ancak kendi boylarından büyük işleri yapmak zorundadırlar. Amerika desteğini çekerse iktidarlarını kaybederler.
İşledikleri suçların korkusu, onlara daha büyük suçları işlemek zorunda bırakacaktır.
Erken seçim yaparak zevahiri kurtarmaya çalışıyorlar. Fark etmez. Amerikan destekli yeni seçim olsa ve bunlar iktidar olsa, gene ülke aleyhine işlere devam etmek zorundadırlar. Gidişatları geri dönemeyecek bir hal almıştır.
Korkunun ecele faydası var mı?
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8266
Dünyaya kabul ettirilmeye çalışılan "Sözde Ermeni Soykırımı" ile ilgili hâkim güçlerin düzmece tanıklara dayalı iddialarına en iyi cevapların ve gerçeklerin ABD, İngiltere,Fransa,Türkiye, Ermenistan ve Rusya devlet arşivlerinde olduğu bilinmekte, her nedense dünya buna kulaklarını tıkamaktadır. Hatta çok demokrat ve düşünce özgürlüğü savunucusu bazı ülkeler "Soykırım Olmadı" demeyi suç saymaktadır.Son dönemde Rusya arşivlerinde yapılan çalışmalarda 1.Dünya savaşı sırasında Türkiye'nin doğusunda yaşanan acı olayların gerçek belgeleri gün ışığına çıkmakta, ama Türkiye'yi suçlamayı sabit fikir haline getirmiş olanların buna nasıl kulaklarını tıkadığını, İstanbul Üniversitesi Araştırma Görevlisi Mehmet Perinçek'in aşağıda sunduğum yazısından anlayacağınızı ümit ediyorum."7 senedir Rusya'da Çarlık Rusyası'nın ve Sovyet döneminin devlet arşivlerinde Ermeni Meselesi üzerine çalışmalar yapmaktayım. Bu arşivlerde yaptığım çalışmalarda Türkiye'nin tezlerini destekleyen birçok belgeye ulaştım. Bu belgelerin tümü Çarlık Rusyası'nın ve Sovyet devletinin en üst düzeydeki yetkilileri tarafından imzalanmış raporlar, yazışmalardır. Bunların yanı sıra Rus devlet arşivlerinde, bizzat bugün Ermeni devlet arşivlerinde de saklanan birçok Ermeni yetkilisinin belgelerini de buldum. Bu belgelerin hepsi, tartışmaya yer bırakmaksızın Ermeni soykırımının uluslararası bir yalan olduğunu gözler önüne sermektedir.Bu belgelerden hareketle birçok ulusal ve uluslararası sempozyumlarda tebliğler sundum, konferanslar verdim, makaleler yazdım ve bazı kitapları yayına hazırladım. 2005 yılının Aralık ayında ise Almanya'nın büyük kentlerinde 9 tane konferans verdim. Bu toplantıların bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti konsolosluklarının salonlarında gerçekleştirildi ve Almanya'daki yurttaşlarımız arasında büyük ilgi uyandırdı.Bu konferansların yarattığı etki üzerine Almanya'da yayın yapan Türk Show kanalı tarafından Fikir Show programında Taner Akçam ve Cem Özdemir'le birlikte Ermeni Meselesi'ni tartışmak üzere görev yapmakta olduğum Moskova'dan Almanya'ya davet edildim. Yol masraflarım davet eden kuruluş tarafından karşılandı, 15 gün öncesinden biletlerim alındı.25 Ocak'ta ertesi gün gerçekleşecek canlı yayına katılmak üzere Köln-Bonn havaalanına indiğimde programa katılmayacağım bildirildi. Gerekçe ise Taner Akçam'ın benimle birlikte bir programa katılmayacağını söylemesiydi. Sözde Ermeni soykırımının hararetli savunucularından Taner Akçam, programda yer almak için Mehmet Perinçek'in programa katılmamasını şart koşuyordu. Ortak tartışma platformu yaratmak amacıyla sempozyumlara davet edildiklerinde görüldüğü gibi bu seferde sözde soykırım savunucuları tartışmadan kaçmışlardır. Aslında bu durum garipsenmemelidir. Rus ve Ermeni arşiv belgeleri bütün soykırım savunucularının tezlerini yerle bir etmektedir. Hem de bizzat Ermeni devlet yetkililerinin ve Taşnak çetelerini Türkiye'ye karşı kullanan Çarlık Rusyası'nın yetkililerinin ağzından. İşte bu belgeler, Taner Akçam ve onun gibilerin tartışmaya yanaşmamasını anlaşılır kılmaktadır.Bilim adamı sıfatını taşıyan Taner Akçamlara, Halil Berktaylara buradan açık çağrı yapıyorum. Bilim, tartışmayı gerektirir. İstedikleri yerde ve zamanda kendilerini tartışmaya çağırıyorum. Kamuoyunun bilgisine sunarım. 26 Ocak 2006"Mehmet Perinçekİstanbul Üniversitesi Araştırma GörevlisiKaynak.
03 Şubat 2007

Ermeni başbakanın itirafı
Ermenistan'ın ilk Başbakanı Kaçaznuni, "Avrupa devletleri bizi defnettiler. Türklerin pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus yok" demişERMENİSTAN'ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni'nin 1923'te Bükreş'te yapılan Taşnak Partisi konferansına sunduğu raporunda, "Türklerin pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır" ifadeleri yer aldı. Raporun Moskova Lenin Kütüphanesi'ndeki Rusça basımını, Türkolog Arif Acaloğlu Türkçeye çevirdi. Rapordaki tespitler, Ermenilere soykırım uygulandığı tezlerinin temelsiz olduğunu ortaya koydu. Kaçaznuni'nin raporu özetle şöyle:Gönüllü birlikler* 1914 sonbaharında Ermeni gönüllü birlikleri Türklere karşı faaliyete geçti. 1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye, Ermenileri zorunlu bir tehcire tabi tutuldu. Bütün bunlar Ermeni meselesine ölümcül bir darbe vurdu. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır.* Parlamentolarda ve sivil toplantılarda devlet adamları katil Türkleri tehdit etsin. Dünya basını korkunç tasvirler ve tanıkların anlatımlarını yayımlasın. Bütün bunların ne anlamı var?* Sevr Antlaşması'nı imzaladık, bu anlaşma Türkiye'yi mahvedecekti. Ordularını Türkiye'ye göndermeleri ve vilayetlerde hâkimiyetimizi tesis etmeleri için Avrupa ve ABD'ye resmi çağrılar yaptık.* Artık Türkiye Ermenistanı diye bir şey yok. Bu konu Lozan'da defnedilmiştir. Büyük Avrupa devletleri bizi defnettiler.2 Aralık 2005AYDIN HASAN Ankara / Milliyet kaynakça
01 Şubat 2007

NUTUK'TA SOYKIRIM
NUTUK’TA ERMENİ KONUSUGenel Durum ve Görünüş...Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira Hey’eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. (s. 2)...Milli kuruluşlar siyasi amaç ve hedefleri...Vilayet-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin kuruluş amacı da (tüzüklerinin 2. maddesi), Doğu illerinde oturan bütün halkın dini ve siyasi haklarının serbestçe kullanılmasını sağlayacak meşru yollara başvurmak, bu illerdeki müslüman halkın tarihi ve milli haklarını gerektiğinde medeniyet dünyası karşısında savunmak, Doğu illerinde yapılan zulüm ve cinayetlerin sebepleri ile bunları işleyenler ve sebep olanlar hakkında tarafsız soruşturma yapılarak suçluların sür’atle cezalandırılmalarını istemek. Yerli halk ile azınlıklar arasındaki anlaşmazlığın giderilmesine ve eskiden olduğu gibi iyi ilişkilerin sağlamlaştırılmasına gayret etmek, savaş durumunun Doğu illerinde yarattığı yıkım ve yoksulluğa, hükümet nezdinde teşebbüslerde bulunarak elden geldiğince çare aramaktan ibaretti. (s. 3)İstanbul’daki yönetim merkezinden verilmiş olan bu direktife uygun olarak Erzurum şubesi, Doğu illerinde Türk’ün haklarını korumakla birlikte, Ermeni göçü sırasında görülen kötü davranışlarla halkın hiçbir ilgisi bulunmadığını, Ermeni mallarının Rus istilasına kadar korunduğunu, buna karşılık müslümanlara pek gaddarca davranıldığını; hatta verilen emre aykırı olarak, göçten alıkonan bazı Ermenilerin koruyucularına karşı yaptıkları kötülükleri, güvenilir belgelerle medeniyet dünyasına duyurmaya ve Doğu illerine dikilmiş olan hırs yüklü bakışları hükümsüz bırakacak çalışmalar yapmaya karar veriyor (s. 3)...... Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin kuruluşuna yol açan asıl sebep ve düşünce, Doğu illerinin Ermenistan’a verilmesi ihtimali oluyor. Bu ihtimalin gerçekleşmesinin de Doğu illeri nüfusunda Ermenilerin çoğunlukta gösterilmesine ve tarihi haklar bakımından onlara öncelik tanınmasına çalışanların, ilmi ve tarihi belgelerle dünya kamuoyunu aldatmayı başarmalarına ve bir de müslüman halkın Ermenileri topluca öldüren barbarlar olduğu iftirasının bir gerçekmiş gibi kabulüne bağlı olduğu düşüncesi ağır basıyor. İşte bundan dolayıdır ki, dernek, aynı gerekçeye dayanarak ve aynı yollardan yürüyerek tarihi ve milli hakları savunmaya çalışıyor. (s. 4)...KışkırtmalarEfendiler, Amasya’da görüşmelere başladığımız 20 Ekim günü, alınan bilgilerin özeti şuydu: İstanbul’da, Hürriyet ve İtilaf Partisi, Askeri Nigahban Cemiyeti ve Muhipler Cemiyeti bir blok kurdular. Bu blokla, Ali Kemal ve Sait Molla gibi kimseler, azınlıkları sürekli olarak Kuva-yı Milliye aleyhine kışkırtmaya başladılar. Rum ve Ermeni patrikleri, Kuva-yı Milliye aleyhine İtilaf Devletleri temsilcilerine başvurdular. Ermeni Patriği Zaven Efendi, Neologos gazetesinde yayınladığı bir mektupla, son Milli Mücadele hareketinden dolayı Ermenilerin göç etmekte olduklarını ilan etti. (s. 178)...Çürüksulu Mahmut Paşa’nın Demeci...Ayan üyelerinden Çürüksulu Mahmut Paşa, “Bosphore” gazetesi yazarlarından birine, siyasi durumumuzla ilgili bir demeç vermişti. Mahmut Paşa’nın o tarihlerde, Barış Hazırlıkları Komisyonu üyesi olduğunu da hatırlarsınız. Paşa’nın 31 Ekim 1919 tarihli Tasvir-i Efkar gazetesinde yayınlanan demecini, 17 gün sonra Sivas’ta okudum. “Ermenilerin aşırı isteklerine hak vermemekle birlikte, sınırlarda bazı düzeltmelerin yapılmasına razı oluruz” ifadesi dikkatimi çekti. Doğu Anadolu’da Ermenistan lehine toprak tavizlerinde bulunulacağına söz verme anlamı taşıyan bu cümlenin, Barış Komisyonu üyesi olan bir devlet adamı tarafından söylenmiş olması, gerçekten üzerinde düşünülmeye ve hayretle karşılanmaya değerdi. Bu sebeple 17 Kasım 1919 tarihinde, Çürüksulu Mahmut Paşa Hazretleri’ne yazmayı yararlı saydığım bir telgrafta, demecindeki işaret ettiğim cümleden dolayı, “Doğu Anadolu halkının pek haklı olarak, son derece üzgün ve kırgın olduğunu belirttikten sonra, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nin kararları gereğince, milletin Ermenistan’a bir karış toprak terketmeyeceğini ve hatta, eğer hükümet, böyle acı bir mecburiyete boyun eğerse, milletin kendi haklarını bizzat savunmaya kararlı olduğunu ve bunun bütün dünyaya ilan edilmiş bulunduğunu” yazdım ve bu milli azim ve kararın herkesten önce, Barış Hazırlıkları Komisyonu’nun sayın üyelerince bilinmesi ve ona göre hareket edilmesi gereğini arz ettim. (s. 211)...Aldatıcı Söz Vermeler, Ağır İftiralarEfendiler, İstanbul’dan gönderilen 19 Şubat 1920 tarihli yazıda, “İngiliz Dışişleri Bakanlığı’ndan İstanbul’daki siyasi temsilciliğine gelen ve siyasi temsilcilik tarafından da resmen hükümete yapılan sözlü tebligatta, padişahlık başkentinin Osmanlı Devleti’nde bırakıldığı bildirilmiş; fakat bununla birlikte, Ermeni katliamının durdurulması ve Yunanlılarla bütün İtilaf Devletleri’nin kuvvetlerine karşı olan tutumumuzun değiştirilmesi istenmiş; aksi takdirde, barış şartlarının değiştirilmesinin muhtemel bulunduğu da ayrıca ifade edilmiştir” denilmekte ve bazı hususlar, özellikle “şikayete yol açacak en küçük olaylara bile meydan bırakılmaması” tavsiye edilmekteydi.Efendiler, bu sözlü vaadin arkasındaki anlam ve maksat ne olabilirdi? Yunanlıların, Fransızların ve daha başkalarının işgali altında bulunan vatan topraklarından başka, İstanbul’un da alınması kararlaştırılmıştı. Ancak, ileri sürülen şarta uyulursa, İstanbul’u almaktan vazgeçeriz mi, denilmek isteniyordu? Yoksa, Yunanlıların, Fransızların, İtalyanların işgalleri zaten geçicidir, İtilaf Devletleri, yalnız İstanbul’u alacaktı, fakat teklif ettikleri şarta uyarsak, onu da bırakacaklardır; anlamı mı çıkarılıyordu?Veyahut da Efendiler, İtilaf Devletleri Kuva-yı Milliye’nin işgal bölgelerinde, işgal kuvvetlerine karşı kurduğu cepheleri bozdurmaya ve açtığı savaşları, giriştiği hareketleri durdurmaya, İstanbul Hükümeti’nin gücünün yetmeyeceğini çok iyi anladıklarından, Yunanlılar da dahil olmak üzere, İtilaf Devletlerine karşı yapılan saldırının önlenememiş ve aslı olmayan Ermeni katliamına son verilmemiş olduğu bahanesiyle İstanbul’u da mı işgal etmek niyetindeydilerDaha sonraki olaylar, bu son tahminin doğru olduğunu göstermiştir, sanırım. Ne var ki, İstanbul Hükümeti’nin İngiliz temsilciliğinin teklifinden böyle bir anlam çıkarmaya yanaşmamış, aksine ümide kapılmış olduğu görülüyordu.Efendiler, yapılmış olan teklifin ne derece yersiz olduğu hususunda bir fikir verebilmek için, biz de o günlerle ilgili bazı durumları hatırlayalım. Şüphe edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür’et alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Maraş’taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul’daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymakta idi.Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılmış olan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etmek politikası, medeni insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul edilebilirdi? (s. 260,261)...Doğu Cephemizde Ermenilerle Savaş Başlıyor...Arzu buyurursanız o günlerin doğu sınırlarımızdaki ciddi işlerine geçelim:Yüksek hey’etinizce de bilinmektedir ki, Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan beri Ermeniler, gerek Ermenistan içinde, gerek sınıra yakın yerlerde, Türkleri toplu olarak öldürmekten bir an geri durmuyorlardı. 1920 yılının Sonbaharında Ermenilerce yapılan zulümler dayanılmaz bir kerteye geldi ve Ermenistan seferine karar verildik. 9 Haziran 1920 tarihinde, Doğu bölgesinde geçici seferberlik ilan ettik. 15’nci Kolordu Komutanın Kazım Karabekir Paşa’yı Doğu Cephesi Komutanı yaptık. 1920 Haziranında, Ermeniler, Oltu’da kurulan, mahalli Türk yönetimine karşı hareketle, o bölgeyi ele geçirdiler. Dışişleri Bakanılığı’mız tarafından Ermenilere 7 Temmuz 1920’de bir ültimatom verildi. Ermeniler aynı şekilde hareketlerine devam ettiler. Sonunda, seferberlikten üç buçuk dört ay kadar sonra, Ermenilerin Kötek, Bardiz bölgelerinde toplanan kuvvetlerimize taarruzu ile savaşa başlandı.Ermeniler, 24 Eylül 1920 sabahı Bardiz cephesinden baskın şeklinde yaptıkları genel bir taarruz ile başarıya ulaştılar. ... Ermeniler geri püskürtülüp girdikleri bölgelerden atıldılar. Ordumuz 28 Eylül sabahı ileri harekete geçti. ...Ordu, 29 Eylülde Sarıkamış’a girdi, 30 Eylülde Göle işgal edildi. Fakat bazı sebepler ve düşüncelerle 28 Ekim 1920 tarihine kadar, bir ay, Sarıkamış-Laloğlu hattında kaldı....Efendiler, savaş alanında verilecek emri bekleyen Doğu Ordumuz, 2 Ekim 1920 günü Kars üzerine harekete başladı. Düşman, direnmeksizin Kars’ı terketti. Kars 30 Ekimde tarafımızdan işgal edildi. 7 Kasım tarihinde birliklerimiz, Arpaçay’ına kadar olan bölgeyi ve Gümrü’yü ele geçirdi.Ermeniler, 6 Kasımda ateşkes ve barış için müracaat etmişlerdir. Biz de ateşkes anlaşmasının maddelerini, Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla, 8 Kasımda Ermeni ordusuna bildirdik. 26 Kasımda başlayan barış görüşmeleri 2 Ocak’ta son buldu ve 2/3 Ocak gecesi Gümrü Antlaşması imzalandı. (s. 331-333)Milli Hükümet’in Yaptığı İlk Antlaşma: Gümrü AntlaşmasıEfendiler, Gümrü Antlaşması, Milli Hükümet’in yaptığı ilk antlaşmadır. Bu antlaşma ile, düşmanlarımızın hayallerinde ta Harşit vadisine kadar uzanan Türk ülkelerini kendisine bağışlamış oldukları Ermenistan, Osmanlı Devleti’nin 1877 seferiyle kaybetmiş olduğu yerleri, bize, Milli Hükümet’e terkederek aradan çıkarılmıştır. Doğudaki durumlarda önemli değişikler olması yüzünden, bu antlaşma yerine, daha sonra yapılan 16 Mart 1921 tarihli Moskova ve 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşmaları geçerli olmuştur (s. 333)....Türkiye’ye Yapılan Barış Teklifleri Arasında Karşılaştırma...Kafkas sınırı:Sevres’de: Türk - Ermeni sınırının tayini Amerika Cumhurbaşkanı Wilson’a bırakılmıştır. Wilson, sınır olarak Karadeniz kıyısında Giresun’un doğusundan başlayan, Erzincan’ın batı ve güneyinden, Elmalı, Bitlis ve Van Gölü’nün güneyinden geçen ve birçok noktada Birinci Dünya Savaşı’ndaki Türk - Rus Cephesini izleyen bir hattı göstermiştir.Mart 1921 teklifinde: Milletler Cemiyeti bir Ermeni yurdu kurulması için doğu illerinden Ermenistan’a bırakılacak toprakların tespiti için bir komisyon kuracak, Türkiye bu komisyonun kararını kabul edecek.Lozan’da: Bu konu ortadan kaldırılmıştır. (s. 508, 509)- Atatürk, Kemal; Nutuk, Yay. Haz. Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, Ata. Arş. Mrk., 2000

Ermeni Lobisinin yıllardır Hitler'e ait olduğunu öne sürdüğü "Ermenilerin yok edildiğini bugün kim hatırlıyor" sözü meğer hiç söylenmemiş.

İsrailli bir tarihçi, Hitler'in bu sözleri hiç söylemediğini, muhabirin konuşmaları karıştırdığını ortaya çıkardı.

Pulitzer aldı Hitler'in sözlerini dünyaya duyuran ABD'li Locher, 1909-1946 yılları arasında AP ajansının Almanya bürosunda savaşı izledi. Hitler'in kurmaylarıyla sıkı ilişkiler kuran ilk gazeteci olan Lochner, Pulitzer ödülü aldı.

İkinci Dünya Savaşı'nda büyük bir insanlık dramına imza atan Alman diktatör Adolf Hitler'in, 1939'da generalleriyle yaptığı toplantıda neden Polonya'ya saldırmaya karar verdiğini şu sözlerle açıkladığı iddia edilmişti: "Polonyalı kadın, çocuk ve erkeklere ölüm için birlikleri görevlendirdim.

Ermenilerin yok edildiğini bugün kim hatırlıyor ki?"Ermeni lobisi, bu sözleri yıllarca Türkiye'ye karşı en önemli argüman olarak kullandı; "Türkler, Yahudi soykırımına ilham oldu" denildi. Ancak İsrail'in önde gelen tarihçilerinden Tom Segev, ifadeleri dünyaya duyuran Amerikalı gazetecinin hata yaptığını yazdı.Haaretz gazetesindeki yazıya göre, Nürnberg mahkemelerinde AP ajansının Hitler muhabiri Louis Lochner de tanıktı. Sözleri orada aktardı.

Başka bir araştırma yapan Amerikalı başsavcı, aynı gün iki ayrı konuşma yapan Hitler'in "Ermenilerin yok edildiğine ilişkin hiçbir söz kullanmadığını" saptadı. AP muhabirinin konuşmaları karıştırdığının anlaşılması üzerine o bölümler tutanaklardan çıkarıldı. Buna rağmen mahkeme dışına bu durum sanki o sözler gerçekten söylenmiş gibi sızdırıldı. Tarihi bir hata nedeniyle Yahudiler, ABD'deki Ermeni tasarısına arka çıktı.K

aynak: HürriyetBağlantı: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/7528843.asp?gid=180&sz=57240

Sayın Orhan Çekiç'in uzun yıllarını alan bir çalışmasının, özeti.

Bu kadarı bile ne kadar haklı olduğumuzun kanıtıdır.

GİRİŞ

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi son sınıfında (1966), Siyasal Doktrinler Tarihi dersinin bir yerinde, Bülent Hoca (Prof. Dr. Bülent Daver), birden aklına gelmiş gibi, “…Çocuklar!” demişti. “İçinizde ilerde araştırma yapacak birileri çıkacaktır. Şu Ermeni meselesini inceleyin. Göreceksiniz ki bu konu kadar Türkiye’nin haksız eleştirilere uğradığı bir başka sorunu yoktur ve ne yazık ki, bu mesele bizde de yeterince incelenmemiştir. Oysa mutlaka araştırılmalıdır.
Olanak bulursanız bu tür çalışmalara katkıda bulunun.”Bu öğüdü dinleyen o sınıftan şu anda iki şehidimiz var: 1761 Bahadır Demir ve 1839 Reşat Moralı. Ermeni terörü Bahadır’la başladı. Ermeniler Konsolos Muavini Bahadır Demir’i Los Angeles’da, Santa Barbara kentindeki Biltmore Oteli’nde, 27 Ocak 1973 Cumartesi günü katlettiler.Bir Rus Ermenisi olan katil Gourgen Mıgırdıç Yanıkyan’ın davetine Başkonsolosumuz Mehmet Baydar da katılmıştı. Başkonsolos ve yardımcısı ölüme birlikte yürüdüler. Nedenini bile anlayamadan…

Çünkü Mıgırdıç konuşmalarına bile fırsat vermemiş, tabancasını çekip her ikisini de vurmuştu.Paris Büyükelçiliğinde Çalışma Müşaviri olarak görev yapan Reşat Moralı ise 4 Mart 1981 Çarşamba günü Paris’te, Sen Nehri üzerindeki köprülerden birinde ASALA teröristleri tarafından kıstırıldı ve hunharca katledildi. Beraberindeki mesai arkadaşı, din görevlisi Tecelli Arı da bu saldırıdan kurtulamadı.Bu incelemenin iki amacı var. Biri Daver Hoca’nın öğüdünü tutmak, diğeri sevgili sınıf arkadaşlarım Bahadır ve Reşat’ın ve tüm terör şehitlerimizin önünde saygı ile eğilmek.Tüm insanlık, hatta Ermeniler adına.Yan sütunlarda anlattıklarımın, içinde bulunduğumuz coğrafyayı vatan bilen ve bu anlayışla bizimle paylaşan Ermeni asıllı yurttaşlarımızla hiçbir ilişkisi yoktur ve olamaz. Sözümüz devletine silah çeken, bağımsızlık kisvesi altında emperyalist düşmanla işbirliği yapanlaradır.Bunun adı tüm dillerde “ihanettir”.O halde sözümüz de hainleredir.

Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç

ERMENİ SORUNU’NUN TARİHSEL GELİŞİMİ
Bilindiği gibi, emperyalist Hıristiyan batı dünyası, kendisine nazaran doğuda bulunan İslâm dünyasının lideri konumundaki Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak ve toprakları üzerinde kendisine bağlı “uydu devletler” kurmak için bu devletin içindeki Hıristiyan unsurları ayaklandırmayı planladığı zaman, bu olayı tüm dünyaya “Doğu Sorunu” olarak sunmuştur.Artık Batı’nın, doğuda önemli bir sorunu vardır, o da “hasta adam” olarak nitelediği Osmanlı Devletini yıkmak ve topraklarını paylaşmaktır. Asya’nın, Latin Amerika’nın, Afrika’nın paylaşımı neredeyse tamamlanmış, sömürgeciler şimdi de gözlerini dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olan ve üç kıtanın birleştiği, dünya ticaret yollarının kesiştiği bölgeye, Ortadoğu’ya çevirmişlerdir. Bu bölgenin coğrafya olarak en büyük ve güç olarak en zayıf devleti olan Osmanlı Devleti tüm emperyalistlerin iştahını kabartmaktadır. Artık Osmanlı için zor günlerin yakın olduğu açıkça belli olmuş, konu gazete ve dergilerde açıkça yazılır, çizilir hale gelmiştir. (İngiliz dergisi Punch’da yayınlanan karikatürlere göre, dünyanın emperyalistler arasında pergelle ölçülerek paylaşılacağı günler de, Avrupa’nın birlik olup dev bir piton yılanı gibi Osmanlı’yı sarıp sarmalayacağı günler de yakındır. Osmanlı Padişahı 5. Murat’ın ayaklarına salınmış dört köpek olarak çizilen Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Arnavutluğun yakında Osmanlı’dan koparılacağı mesajı da çok kısa süre sonrasında gerçek olacaktır ). Bir plan sinsi şekilde değil açıkça uygulanmaya konmuştur.Bu planın başarılı olabilmesi için, imparatorluk bünyesinde yaşamakta olan “azınlıklardan” büyük ölçüde yararlanılacaktır. Nitekim kısa bir sürede, imparatorluğun batısında yaşayan çeşitli Hıristiyan unsurlar bağımsızlıklarını birer birer kazanacaklardır. Tüm imparatorluğa dağılmış olmakla birlikte, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşamakta olan Ermeniler ise, aralıksız 35 yıl süren ve tüm Anadolu’yu kana bulayan terör eylemlerine rağmen başarılı olamayacaklar, sonuçları günümüze kadar uzanan pek çok trajedinin yaşanmasına yol açacaklardır. Böylece “Doğu Sorunu” “Ermeni Sorununa” dönüşecektir.Bu incelemenin kapsamı ve amacı, bu trajedinin tarihsel gelişimini özetlemek ve Ermenilerin çıkış yolu olarak benimsedikleri “terör” yönteminin boyutunu irdeleyerek, Osmanlı Devleti’nin almak zorunda kaldığı tedbirlerin neden bir “soykırım” sayılamayacağını kanıtlamaktır.

SORUN NASIL ORTAYA KONDU?

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, imparatorluk sınırları içinde yaşayan pek çok ulus ve kavim arasında “millet-i sadıka” –sadık millet- diye anılan Ermenilerin daima çok özel bir yeri olmuştur.XIX. Yüzyıl ortalarına kadar Ermeniler, Türkiye’de büyük bir huzur ve refah içinde yaşamışlar, Tanzimat’tan sonra kendilerine devlet memurluğuna da girme hakkı tanınınca kamu yönetiminde de çok önemli görevlerde bulunmuşlardır.Daha çok ticaret ve sarraflık, kuyumculuk gibi meslek ve sanatlarla uğraşan Osmanlı Ermenileri arasından 29 Paşa, 22 Bakan, 33 Milletvekili, 7 Büyükelçi, 11 Başkonsolos ve Konsolos, 11 Üniversite öğretim üyesi ve 41 yüksek rütbeli memur Osmanlı Yönetiminde görev almıştır. Ermeni Bakanlar arasında Dışişleri, Maliye, Ticaret ve Posta Bakanlıkları gibi son derece önemli ve kilit mevkilerde bulunanlar olmuştur. Balkan Savaşı esnasındaki dışişleri bakanımız Gabriel Nuradunghiyan, bir Ermeni olarak buna güzel bir örnektir.Müslümanlara tanınan her türlü haktan yararlanan Ermeniler, askere alınmamak gibi bazı ayrıcalıkları nedeniyle ailelerinin sürekliliğini, dolayısıyla refahını sağlamışlardır. Böylece, o dönemin Çarlık Rusya’sında yaşayan Ermenilerle kıyaslandığı takdirde Osmanlı Ermenilerinin büyük bir huzur ve refah ortamında, geniş bir din, dil, eğitim serbestliği içinde özgürce yaşadıkları kolaylıkla gözlenebilir.XIX. Yüzyıl ortalarına kadar devam eden bu durum özellikle Tanzimat ve Islahat dönemlerinden itibaren yavaş yavaş değişmeye başlamış, Tarihimizde 93 Harbi diye geçen 1877–1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra ise dış görünüşü ile milliyetçi akımların etkisiyle, gerçekte ise emperyalist güçlerin kışkırtmalarıyla giderek tehlikeli boyutlara ulaşmaya başlamıştır.Bu neden böyle olmuştur? Neden adeta birden bire Osmanlı Devleti’nin başına Ermeni Sorunu diye bir gaile çıkarılmıştır? Bu sorun, beklenmez bir şekilde, aniden mi çıkmıştır veya çıkarılmıştır, yoksa büyük bir “master planın” zaman içerisinde uygulanmaya konulan birer parçası olarak, beklenen bir olgu mudur? Arkasında kimler vardır? Şimdi de bu noktaya daha yakından bakalım.Osmanlı İmparatorluğu’nu içten yıkmak için azınlık unsurları kullanan emperyalist güçler kendi çıkarları doğrultusunda Ermenileri de kullanmışlar ve bir Doğu Sorunu’nun yaratıcısı olmuşlardır. Daha önce Balkanlar’da oynanan ve başarılı olan oyun, bu defa Doğu Anadolu’da tekrar sahneye konmuş, bölgenin özellikle stratejik ve jeopolitik konumu İngiltere ile Çarlık Rusya’sını bu kez bu sahnede karşı karşıya getirmiştir.Çarlık Rusyasının 1.Petro’dan bu yana izlemekte olduğu temel dış politikası, sıcak denizlere, yani Akdeniz’e inmek olmuştur. Genelde yayılmacı(expansiyonist) bir politika güden Rusya, Balkanlar ve Kafkaslar üzerinden Akdeniz’e inmeyi ulusal bir hedef olarak görmüş, tüm dış politika hesaplarını bu amaca yöneltmiştir. Rusya’nın bu hedefe ulaşmasında ise en büyük engel Osmanlı İmparatorluğu’dur. İşte bu sebepledir ki, Osmanlı İmparatorluğu, tarihi boyunca en çok Rusya ile savaşmıştır, hatta savaşmak zorunda kalmıştır. Zira Ruslar 1.Petro’nun siyasi vasiyetine sıkı sıkıya bağlanmışlardır.Petro, daha tahta çıkmamış bir prensken, Hollanda’ya geçmiş, işçi olarak gemilerde çalışmış ve deniz aşırı ülkeleri görerek sömürgeleşmenin önemini kavramıştır. O günlerde Moskova ve çevresinde küçük bir kara devleti olan Rusya’yı büyütmek için Petro, denizlere açılmanın gerektiğini görmüş ve Rusya’nın 200 yıl boyunca uygulayacağı dış politikasının temelini atarak iki önemli karar almıştır:1.”…Rusya’nın hiçbir limanı yoktur. Oysa denizlere açılmalıdır. O halde kuzeyde Baltık Denizi’ne çıkmak zorundayız. Bu durumda, bu kıyıları elinde tutan İsveç’le savaşmak, kaderimizdir. Başka türlü yaşamamız mümkün değildir…”Petro bu kararı üzerine İsveç’le savaşır ve Şarlken’i 1706 ‘da Paltova’da yenerek Baltık kıyısında ilk limanını, kendi adını taşıyan Petrograd’ı kurar ve Rusya böylece Baltık Denizi’ne çıkar.2. “… Karadeniz üzerinden Boğazlar yoluyla sıcak denizlere, Akdeniz’e inmeli, İskenderun limanını ele geçirmelidir. Karadeniz ve Akdeniz’e egemen güç Osmanlı Devleti’dir. O halde kaçınılmaz olarak Osmanlı Devleti ile sürekli savaşta olmak da gene kaderimizdir...”Bunu da göze alır ama Osmanlıya karşı 1711 yılında Prut Savaşı’nı kaybeder, hayatını zor kurtarır. Hesap yanlış tutmuştur. Osmanlı Devleti bir İsveç değildir, dönemin en güçlü imparatorluğudur.Bu mağlubiyete rağmen Rusya ana hedeften sapmayacaktır. Hele ileriki yıllarda Süveyş Kanalı açılıp da Kızıl Deniz üzerinden Hint Okyanusu’na kolayca çıkmak, en büyük rakip İngiltere’nin Hint yolunu kesmek olanağı doğunca, Rusya Osmanlı Devleti’ni yaşam alanı içindeki en büyük engel olarak görmeye başlayacaktır. O halde, Boğazlardan geçemediği takdirde Balkanlar üzerinden Ege’ye çıkmak, Kafkaslar üzerinden de Basra Körfezi’ne çıkarak Hint Okyanusu’na açılmak, bu yol kapatılırsa bu kez de Kilikya üzerinden Akdeniz’e inmek Rusya’nın temel dış politikası olacak, bu politikanın da uygulanmasında baş aktörler, Osmanlı Devleti bünyesindeki “azınlıklar” olacaktır. Ortodoks dünyasının hamisi rolünü üstlenen Rusya, bu azınlıklar silahını başarıyla kullanacaktır.1877 Osmanlı-Rus Savaşı da Rusların bu amaçlarının ürünüdür ve savaşı gerçi Rusya kazanmıştır ama bu savaş aynı zamanda Balkanlar’daki Rus emellerine de mezar olmuştur. Rusların desteğiyle yaratılan Muhtar Bulgaristan Prensliği Ruslara karşı bir durum almış, bağımsızlığına Rus silahları sayesinde kavuşan Sırbistan bile Avusturya’ya yaklaşır bir tutum içine girmiştir. Böylece Rusların Balkanlardan Akdeniz’e inmeleri olanak dışı hale gelmiştir. Bu durumda elde kalan tek alternatif, acaba Ermeniler vasıtasıyla Kafkaslar üzerinden Basra Körfezine veya Kilikya üzerinden İskenderun Limanı’na ulaşılamaz mı?İşte Ermeni Sorunu’nun embriyonu böylece yaratılmıştır.Ayrıntısını özetle de olsa göreceğimiz üzere emperyalist Rusya – İngiltere rekabeti ve konuya değişik açılardan kendi çıkarları doğrultusunda katılan Fransa ve ABD, bu sorunun baş mimarlarıdırlar. Bugün de aynı rolü oynamaktadırlar zira bu emperyalistlerin Ermenilere ödenecek diyet borçları vardır. Yerlerinden yurtlarından olan ve bu toprakların insanı Ermenileri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirerek sonu olmaz bir yola sokanlar, bu sorunu sadece 1915 yılında alınan “zorunlu göç” kararına bağlayarak açıklayanlardır ve tam bir suçluluk kompleksi içinde kıvranmaktadırlar. 1915 olayları “Ermeni Sorunu Aysbergi”nin (iceberg) sadece görülen zirvesidir, oysa sorunun kökü çok derinlere gider. Bu anlamda olayların İttihat ve Terakki Partisi ve yöneticileriyle de bir ilgisi yoktur. Kimi Türk aydınlarca da desteklenen ve İttihat Terakki yöneticilerini birer soykırım suçlusu olarak suçlayanlar ve bu görüşe destek verenler, 1915 yılı öncesinde olup bitenleri görmeyen veya görmek istemeyenlerdir ki, bu da tarihe şaşı bakmak olur, bizi gerçeğe ulaştırmaz. Örneğin, 1878 yılında İstanbul’un kapılarına kadar gelip Yeşilköy’e (Ayastefanos) dayanan Rus ordularının komutanı ve Çar’ın da amcası Grandük Nikola’yı ziyaret edip, ondan bağımsız bir Ermenistan kurulması için yardım isteyen Osmanlı tebası Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan’ı anmaz ve bu ziyareti görmezden gelirsek, ekilen tohumları, yeşeren sorunları elbette görmez, göremeyiz. Oysa o tarihte ortada ne bir İttihat Terakki Partisi vardır, (zira parti 21 sene sonra 1899’da kurulacaktır), hatta ne de Enver Paşa sağdır.Özetle, İttihatçı liderler olan Enver, Cemal ve Talat Paşalar henüz dünyada bile yokken, Osmanlı Devleti’nin ciddi bir Ermeni Sorunu vardır.Gerçekten de, örneğin ihtilalci birer parti olarak kurulan ve Anadolu toprakları üzerinde bağımsız bir Ermenistan kurmak için sonuna kadar savaşacağını, amaca ulaşmak için ise başvurulacak yöntemin terör olacağını açıkça kuruluş tüzüğünde ilan eden Hınçak Partisi 1887’de Cenevre’de kurulduğu zaman, Talat Paşa henüz 13 yaşında bir çocuk, Cemal Paşa ise 15 yaşında bir gençtir, muhtemelen her ikisinin de yaklaşan tehlikeden haberleri bile yoktur. Mutlak görülen odur ki, İttihat Terakki Partisi daha kurulmamışken, sonradan yöneticisi olacak olanların bir kısmı daha dünyada bile değilken, kimi yöneticileri ise birer çocukken Anadolu’da bir Ermeni Sorunu vardır ve devletin güvenliğini ve bütünlüğünü ciddi şekilde tehdit etmektedir. Bu sorunu 1915’teki Tehcir (Zorunlu Göç) kararından itibaren ele alma alışkanlığından bir türlü kendilerini kurtaramayan kimi aydınlarımız acaba 1880’lerden itibaren ülkede cereyan eden bölücü faaliyetleri sahiden mi bilmezler, yoksa görmezden mi gelirler, hep merak etmişimdir. Anlaşılan odur ki, 1915 yılında bir zorunlu göç olayı yaşanmasaydı bile, Osmanlı Devleti benzeri bir kararı almak zorunda kalacaktı, zira Ermeniler Osmanlı Devleti’ni zecri tedbirler almak yolunda sürekli zorlamaktaydılar. 35 senedir süren ve tüm Anadolu’yu kana bulayan isyanlar bunun kanıtıdır ve esasen buraya kadar anlatılanlar birer tarihi gerçek olarak ortadadırlar ve hiç kimse tarafından da bir itirazla karşılanmazlar.Oysa o günlerde devleti yönetenler ise, doğal olarak ülkenin bütünlüğünü ve güvenliğini sağlamak çabasındadırlar. Doğal olmayan ise, dış müdahalelerdir.İşte Ermeniler, önce muhtar, sonra bağımsız bir Ermenistan Devleti kurmak hayaliyle ve fakat aslında bir sıçrama tahtası görevini üstlenmek üzere Ruslar tarafından böylece isyana teşvik edilmişler ve kullanılmışlardır. Bu oyunu gören İngiltere Akdeniz’e inen ve Hindistan yolu için son derece yaşamsal bir yere ulaşan Rusya’nın kendisi için ne denli tehlike olacağının bilinciyle karşı tedbir almaya çalışmış, bu meyanda, Hindistan yolu için son derece önemli bir stratejik konumu olan Kıbrıs’ı Rusya’ya karşı müştereken korumak önerisi ile Osmanlı Devleti’ne başvurmuştur. Savaştan henüz çıkmış olan Osmanlı Devleti bu öneriyi kabul etmek zorunda kalmış ve İngiltere bu maksatla 1878’de Kıbrıs’a çıkmıştır. Bunun karşılığında İngiltere, Osmanlı Devleti’nin Rusya ile imzaladığı Ayastefanos Anlaşmasını hükümsüz kılmış, konuyu Berlin Kongresi’ne taşımış ve Osmanlı toprakları üzerindeki İngiliz-Rus rekabeti farklı bir boyuta ulaşmıştır.O ana kadar, takriben 100 senedir izlediği dış politika ile Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma siyaseti güden İngiltere artık görmüş ve anlamıştır ki, Osmanlı Devleti’nin sonu gelmiştir ve ne yapılırsa yapılsın onu ayakta tutacak güç artık yoktur. Bu durumda Rusların güneye inmesini engellemek üzere arada tampon devletler kurmak gereklidir, o halde Kafkasları ve Doğu Anadolu’yu içine alacak büyüklükte bir Ermenistan kurulmalı, bu kuruluş İngiliz desteğinde olmalı, böylece kurulacak Ermenistan bağımsızlığını Rusya’ya değil, İngiltere’ye borçlu olmalıdır.
Birer Türk dostu olan Palmerston, Salisbury, Disraeli gibi hükümetlerin dönemi artık geride kalmıştır ve şimdi Gladstone yepyeni bir politika ile Osmanlı’nın karşısındadır.
Kısacası “bağımsız bir Ermenistan kurmak için” şimdi iki ülke yarış halindedirler ve işin aslı, Rusya muhtar bir Ermenistan’dan yana değildir, zira Ermeniler bu kozu İran Ermenistanı’nda Ruslara karşı kullanacaklardır. Rusya, Doğu Anadolu toprakları üzerinde bir Ermenistan’dan yanadır, kendi topraklarında değil.Böylece Osmanlı Devletine başkaldıran Ermeniler özellikle 1878–1914 yılları arasında Anadolu’nun çeşitli yörelerinde sınırsız sayıda ayaklanmalar çıkarmışlar, büyük katliamlara girişmişler, bunu engellemek üzere üstlerine gönderilen meşru güvenlik kuvvetleriyle çatışmışlar, alınan her tedbiri “Türkler bizi katlediyor” şeklinde dış dünyaya yansıtmışlardır.
Kurdukları ihtilalci Hınçak (1887) ve Taşnak (1890) partileri ve bunların destekleyicileri vasıtasıyla dünya kamuoyunu sürekli olarak yanıltmışlardır. Her ayaklanma tam bastırılacakken dış güçlerin müdahalesini sağlamışlar, bu güven nedeniyle de her fırsatta yeniden ayaklanabilmişlerdir. Dünün sadık milleti artık Osmanlı’nın başındaki en önemli gailedir. Bu durum Birinci Dünya Savaşı boyunca da bütün şiddetiyle sürmüş, tüm emperyalist güçlerin desteği ve önderliğiyle tam hayal ettikleri devleti kurduklarını sandıkları anda bu kez Kurtuluş Savaşı Ermenilerin tüm hayallerini yıkıvermiştir.Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan Rus İşgal Kuvvetleri Başkanı Grandük Nikola’dan, 1878 yılında“Yeşilköy Buluşması”nda şu sözü ve öğüdü almıştır:“Size hiç kimse kendiliğinden vatan kuramaz. Bunu bizden de istemeyin, yapamayız. Eğer bağımsız bir devlet kurmak istiyorsanız, ayaklanın, isyan edin. Biz gereken silah ve para yardımını yaparız. Hükümet güçleri üstünüze gelince de ‘Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor’ diye dünyayı ayağa kaldırırız”... demişti. Bu öğüdü dinleyen Patrik, bu sözleri İngiliz Büyükelçisi’ne aynen söyleyecek ve“Avrupa’nın bizim bağımsızlık meselemizle ilgilenmesi için ille de oluk gibi kan akmasını görmesi gerekecekse, yakın bir zamanda tüm Anadolu’yu yangın yerine çevireceğimize emin olabilirsiniz” diyecektir. İngiliz Büyükelçi, bu mesajı aynen Londra’ya bildirecektir. O halde Osmanlı Hükümeti ne yaparsa yapsın, gelecek günler karanlıktır ve Ermeniler sonu karanlık bir yola girmektedirler. Bütün bu hazırlıklar sürerken ortada ne bir İttihatçı hükümet vardır, ne de bir “zorunlu göç” kararı vardır. Böyle bir kararın zorunlu olarak alınması tarihine daha 25 (yazıyla yirmi beş) yıl vardır ama, gene de oluk oluk kan akmaktadır ve cinayet işleyen Ermeninin işlediği cinayet yanına kâr kalmaktadır, zira derhal dış müdahale ve kapütilasyonlar devreye girmekte ve bu tür olayları konsolosluk mahkemeleri yargılamakta, çoğu kez de failler serbest bırakılmaktadırlar. Tıpkı günlerce süren, onlarca kişinin ölümüne, yüzlercesinin de yaralanmasına yol açan “Osmanlı Bankası Baskını” olayında olduğu gibi. Hatta Padişah Abdülhamit’e yapılan suikast olayında olduğu gibi. Her iki olay da dünyanın gözü önünde cereyan etmiş ve bu olayların failleri ellerini kollarını sallayarak ülkeyi serbestçe terk etmişlerdir. Osmanlı Hükümetleri bunlara bile sabır göstermiş ve bir “göç” kararı almamıştır.1880 yılından itibaren Doğu Anadolu’daki İngiliz konsoloslarından gelen raporlardan, bölgedeki Ermeni unsuru içerisinde hızlı bir örgütlenme ve silahlanma faaliyetinin öne çıktığı anlaşılmaktadır. Tüm İngiliz arşivleri, söylediklerimizi teyid eden belgelerle doludur ve bu belgeler tüm araştırmacılara açıktır. (Bk. F.O. 424/107, No.194, Ek 1; F.O.424/107, No.185 ve 212)..Bu arada sosyal içerikli cemiyetler kurulmaktadır. Bunların ilki, 1860 yılında İstanbul’da kurulan “Hayırsever Cemiyeti”dir.( Benevolent Union). Amacı Kilikya’yı kalkındırmaktır. Üyeleri arasında bulunan Hasip Şişmanyan ve Mıgırdıç Beşiktaşyan’ın Zeytun olaylarında rol oynadığı söylenmiştir. (Bak. Louise Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movement, sf.71).1870 ile 1880 arasında, Van’da “Araratlı”, Muş’ta “Okulsevenler” ve “Doğu”, Erzurum’da “Milliyetçi Kadınlar” isimli dernekler kuruldu. Sonra ilk üçü bir araya gelip birleşerek “Ermenilerin Birleşik Cemiyeti”ni kurdular.Bu sosyal amaçlı derneklerin yanı sıra, ihtilalci cemiyetler de kuruluyordu. 1878’de Van’da kurulan “Kara Haç” cemiyeti bunlardandı. ABD’deki Clu Clux Clan” benzeri, bir kuruluştu. Ermeni davasına destek vermeyen Ermenileri öldürerek kısa zamanda ünlenmişti. Öldürdüğü kurbanının alnına kara bir haç işareti kazıyor, böylece imzasını bırakıyordu.
Kullandığı slogan “…kurtulmak istiyorsan, komşunu öldür” idi. Bu emri yerine getirmeyen Ermeniyi ise kendileri katlediyordu.1881’de Erzurum’da “ Anavatan Müdafileri” (Pashtpan Haireniats) Cemiyeti kuruldu. Bu derneğin de gayesi Ermenileri silahlandırmaktı.İhtilalci bir parti olarak kurulan ilk kuruluş ise “Armenekan” partisidir. Kurucusu, aynı zamanda bir öğretmen olan Portakalyan, ihtilalci bir gençlik yetiştirmiş olmakla ünlenmiştir. Van’da oturması yasaklanınca 1885’de Fransa’ya gitmiş, Armenia gazetesini yayınlamış ve “kan dökmeden hürriyetin kazanılamayacağı” sloganını yaymaya başlamıştır.İşte Portakalyan’ın talebelerinden olan dokuz öğrenci bir araya gelip, Armenia gazetesinin isminden yola çıkarak, 1885 yılında Armenakan Partisi’ni kurdular.(Bk. Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, sf.129).Bu gazetenin Türkiye’ye girmesi 1885, Rusya’ya girmesi de 1886 yılında yasaklanacaktır.Armenekan Partisi’nin kuruluş amacı, ihtilal yoluyla Ermenilerin kendi kendilerini idare hakkını ellerine almalarıdır. Parti programında bu husus belirtilmektedir. Partiye sadece Ermeniler girebilir. Halkı silahlı eyleme hazırlamak, onlara silah sağlamak, diğer ihtilalci kuruluşlarla işbirliği yapmak, partinin amaçları arasındadır ve sene henüz 1885’dir. Yani bu hazırlıklar 1. Dünya Savaşı’nın başlamasından 20 sene önce yapılmaktadır.Dikkati çekenler arasında elbette İhtilalci Hınçak Partisi önde gelir. Bu parti 1887 yılında Cenevre’de kuruldu. Paris’te okuyan, Marksist ve hali vakti yerinde öğrencilerin kurduğu bir partidir. Portakalyan’ın Armenia gazetesinin okurları çevresinden bir grup, partiyi kurmuşlardır. Kurucularının hiçbiri Osmanlı teb’ası değildir ve Türkiye’yi hiç görmemişlerdir. Buna rağmen, görmeden düşman olmuşlardır. Yayınladıkları parti programının hedefleri dehşet vericidir.
Buna göre:“
1. Bugünkü düzen bir ihtilalle ortadan kaldırılmalı, onun yerine ekonomik gerçeklere ve sosyal adalete dayanan yeni bir cemiyet oluşturulmalıdır.“
2. Partinin ilk ve yakın hedefi Türkiye Ermenistanı’nın politik ve milli bağımsızlığını sağlamaktır.“
4. Türkiye’de ihtilal yoluyla gerçekleştirilecek olan hedeflere varılmak için kullanılacak metod, propaganda, tahrik, tedhiş, teşkilatlanma ile köylü ve işçi hareketidir.“
6. Parti’de bir merkez komitesi kurulacaktır. İşçilerden ve köylülerden oluşacak iki geniş ihtilal grubu kurulacaktır. Bunlardan ayrı olarak gerilla çeteleri teşkil edilecektir.“
7. İhtilali gerçekleştirmek için en müsait zaman Türkiye’nin harbe girdiği dönem olacaktır.“8. Süryaniler, Kürtler, Türklere karşı mücadelede kazanılmalıdırlar.“
9. Türkiye Ermenistan’ının bağımsızlığı elde edildikten sonra ihtilal, Rusya ve İran Ermenistan’ına teşmil edilecek ve Federatif bir Ermenistan kurulacaktır.İşte bu hayallere kapılan Ermeniler, bu yola onları itip teşvik edenlerin de gayretiyle ülkede anarşi ortamını hazırladılar. Böylece, bu ülkeyi bölmek isteyenlerle böldürmek istemeyenler arasında kıyasıya bir mücadele başladı. Ama her şeye rağmen, hükümetlerin hâlâ Ermeniler için verilmiş toplu bir sürgün kararı bile yoktur. Bu kadar olaylara rağmen, hükümetler olabildiğince serinkanlılıkla olayları yatıştırmaya çalışmaktadırlar. Hınçak Partisi Kumkapı nümayişi olayını, Sasun isyanını, Babıâli nümayişini, Zeytun isyanını üstlenecektir.Görüldüğü gibi, 1887 yılından itibaren Ermeniler tüm Anadolu’da her türlü tahrik ve tedhiş hareketlerine girişeceklerdir. Devlet uzun süre bu olanlara seyirci kalacak, eli kolu bağlanacaktır Bu durumda, aniden yıllardır ağır gelmeyen vergiler ağır gelmeye başlayacaktır. Bahane peşinde koşanlar her defasında bu bahaneleri kolayca bulacaklar, parti programının gereğini yapacaklardır.Ermeni İhtilalci Taşnak Partisi (Daşnaksutyun) ise 1890 yılında Tiflis’te kurulmuştur. Daha ziyade sosyalist olmayan, milliyetçi gençlerden oluşmuştur. Ermenice “federasyon” anlamına gelmektedir.

Bu durumda Hınçak Partisi’nin de bu gruba katıldığı anlaşılmaktadır. Ancak bu birlik fazla sürmemiş, 1891’de Hınçaklar Federasyon ile ilişkilerini, onları çok yavaş ve ağır buldukları gerekçesiyle kesmişlerdir.Taşnak Partisi’nin programı 1892 yılında ortaya çıkmıştır. Buna göre:Çeteler teşkil etmek,Her yola başvurarak halkın maneviyatını ve ihtilalci faaliyetini arttırmakHalkı silahlandırmak için her yola başvurmakİhtilal Komiteleri teşkil edip, aralarında sıkı irtibatı temin etmekKavgayı teşvik etmek ve hükümet yetkililerini, muhbirleri, hainleri, soyguncuları yıldırmak,Hükümet müesseselerini yağmalamak ve harap etmek sayılabilir.Bu parti ayrılıktan, bağımsızlıktan söz etmemekte, reformları talep etmektedir. Bu şekilde bir terör örgütü olarak ortaya çıkan Taşnaklar, Osmanlı Bankası Baskınını, 1904 Sasun İsyanını, Yıldız Suikastini üstlenmişlerdir.Böylece isyanlar dönemi başlatılmıştır. Bu olayları:Anavatan Müdafileri Olayı ( 8.12.1882), Armenekan Çeteleriyle Çatışma (Mayıs 1889), Musa Bey Olayı (Ağustos 1889), Erzurum İsyanı (20 Haziran 1890), Kumkapı Nümayişi ( 15 Temmuz 1890), Merzifon, Yozgat, Kayseri olayları (1892-1893), Birinci Sasun İsyanı (Ağustos 1894), Zeytun (Süleymanlı) İsyanı (1-6 Eylül 1895), Divriği (Sivas) İsyanı 29 Eylül 1895), Babıali Olayı (30 Eylül 1895), Trabzon İsyanı (2 Ekim 1895), Eğin (Mamüratül Aziz) İsyanı (6 Ekim 1895), Develi (Kayseri) İsyanı (7 Ekim 1895), Akhisar (İzmit) İsyanı (9 Ekim 1895), Erzincan İsyanı ( 21 Ekim 1895), Gümüşhane İsyanı (25 Ekim 1895), Bitlis İsyanı (25 Ekim 1895), Bayburt İsyanı(26 Ekim 1895), Maraş İsyanı ( 27 Ekim 1895), Urfa İsyanı ( 29 Ekim 1895), Erzurum İsyanı ( 30 Ekim 1895), Diyarbakır İsyanı (2 Kasım 1895), Siverek (Diyarbakır) İsyanı ( 2 Kasım 1895), Malatya İsyanı ( 4 Kasım 1895), Harput İsyanı (7 Kasım 1895), Arapkir İsyanı ( 9 Kasım 1895), Sivas İsyanı ( 15 Kasım 1895), Merzifon İsyanı ( 15 Kasım 1895), Gaziantep (Ayıntap) İsyanı ( 16 Kasım 1895), Maraş İsyanı (18 Kasım 1895), Muş İsyanı ( 22 Kasım 1895), Kayseri İsyanı (3 Aralık 1895), Yozgat İsyanı (3 Aralık1895), Zeytun İsyanı (1895-1896), Birinci Van İsyanı (2 Haziran 1896), Osmanlı Bankası Baskını (14 Temmuz 1896), İkinci Sasun İsyanı ( Temmuz 1897), Sultan Abdülhamit’e Suikast (Yıldız Suikastı) (21 Temmuz 1905), Adana İsyanı (14 Nisan 1909).Olayların birbirine ne kadar yakın tarihlerde cereyan ettiği görülürse, hepsinin bir tertip eseri olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır. Sadece 1897’ye kadar kırka yakın ilde tedhiş ve cinayet eylemlerine tanık olunacak, gene de sabır gösterilecektir. Böyle bir hükümetin, bir de üstelik 1. Dünya Savaşı gibi, var olup olmama savaşının verildiği bir ortamda, benzer tedhiş hareketlerine maruz kalınca, Ermenileri savaş alanının dışına toplaması veya sürmesi kadar doğal ne olabilir. Hangi devlet benzer durumda aynı kararı almazdı, sormak gerekir.İşte 1. Dünya Savaşı günlerine bu koşullarla gelinir. Osmanlı Devleti savaşa girince, Ermeniler bekledikleri fırsatın doğmuş olduğu inancıyla toplu olarak harekete geçerler ve Kafkas Ordusu’nun geri hatlarını vururlar. Rus ordularıyla işbirliğine giderler ve Van içerden vurularak 15 Nisan 1915’te Rus ordularına teslim edilir, büyük bir Müslüman kıyımı yaşanır.

Bunun üzerine 24 Nisan 1915’te Hükümet Ermeni ileri gelenleri olarak 2345 kişiyi tutuklar.
Bu olayı Ermeniler sanki bir kıyımın yıldönümüymüş gibi, her yıl 24 Nisan’da protesto eylemlerine dönüştürürler. Oysa o gün kimsenin burnu bile kanamamıştır.

Olayların yatışmayıp, üstelik daha da artması üzerine Hükümet 27 Mayıs 1915 günü, zorunlu olarak, bazı Ermenileri “zorunlu göçe” tabi tutar. Çıkan yasanın adı “Sevk ve İskân Yasası”dır ve yukarda açıklanan sebeplerden dolayı zorunlu olarak çıkarılmıştır.Ermeniler hükümetin aldığı bu kararı “bir soykırım” olarak nitelemekte ve bu ısrarlarını inatla sürdürmektedirler.

Oysa olayların bir soyu kırma amacını taşımadığı son derecede açıktır ve aksini kanıtlayacak tek bir belgeye rastlanmamıştır. Esasen benzer iddialar Lozan Konferansı esnasında da dile getirilmiş, olayı 3,5 yıl boyunca inceleyen ve araştıran İngiliz Harp Divanı, Malta’da tutuklu bulunan tüm zanlıları serbest bırakmıştır. Avrupa Adalet Divanı 29 Ekim 2004 tarihinde aldığı bir kararla Marsilya’daki bir Ermeni Derneği’nin açtığı davayı reddetmiş, Ermenilerin ortaya attıkları “soykırım” iddialarının hiçbir “hukuki” dayanağı olmadığını, Avrupa Parlamentosu’nun 1987 yılında aldığı ve “…Türkiye soykırımı tanımadığı takdirde Avrupa Birliği’ne giremez” yolundaki kararın da siyasi bir karar olduğunu, hukuki bir temele dayanmadığını, bir fiilin soykırım olup olmadığının hukuki bir konu olduğunu ve ancak buna bir mahkemenin karar verebileceğini, oysa Avrupa Parlamentosunun bir yargı organı olmadığını ifadeyle davanın reddine karar vermiştir. Bu sonuç da Ermenilerin hâlâ ne boş hayaller peşinde koştuklarını göstermektedir.

TÜRKİYE VE ÜÇÜNCÜ ÜLKELERE YÖNELİK ERMENİ TERÖRÜTÜRKİYE’YE YÖNELİK ERMENİ TERÖRÜ

Gurgen (Karekin) Yanikian adlı yaşlı bir ermeninin 27 Ocak 1973’de ABD’nin Santa Barbara kentinde Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ile Konsolos Yardımcısı Bahadır Demir’i katletmesiyle başlayan “bireysel ermeni terörü”, 1975’den itibaren “örgütlü Ermeni terörü” izlemiş ve yurt dışındaki görevlilerimiz, misyonlarımız ve kuruluşlarımıza yönelik Ermeni saldırıları kısa sürede hızlı bir tırmanma göstererek yoğunluk kazanmıştır.Türkiye’yi hedef alan Ermeni terörünün 27 Ocak 1973 - 5 Kasım 1982 tarihleri arasındaki bilançosu şöyledir:1. 18 Ülkenin 32 kentinde değişik türde 65 saldırı yapılmıştır.Bu ülke ve kentler ile saldırıların ülkelere göre dökümü aşağıda gösterilmiştir:

2. Saldırıların Lübnan ve İran dışında, hemen hepsinin müttefikimiz olan Batı ülkelerinde meydana gelmesi özellik arz etmektedir. Lübnan ve İranda’ki saldırılar, bir ölçüde, bu ülkelerin iç istikrarsızlıkları ile açıklanabilir.3.Saldırılarda, görevlilerimiz ve vatandaşlarımızın yanı sıra 6 yabancı hayatını kaybetmiş, 83 yabancı yaralanmıştır.
Ölenlerin 1 i İspanyol, 2 si İtalyan, 1 i Alman, 1 i Amerikalı, 1 i İsviçreli, yaralananlardan 16 sı İtalyan, 4 ü Amerikalı, 2 si İsviçreli, 2 si Danimarkalı, 1 i Lübnanlıdır.4.Saldırıların Yıllar itibariyle incelenmesi, Ermeni terörünün özellikle 1979’dan başlayarak büyük bir artış gösterdiğini ortaya koymaktadır. Buna göre,1973’de 31975’de 51976’da 31977’de 41978’de 41979’da 111980’de 171981’de 91982’de(4 ayda) 13 saldırı yapılmıştır.Bu tablodan şu iki sonucu çıkarmak mümkündür:a) Ermeni terörü özellikle 1979’dan itibaren etkin bir örgütlenme kaydetmiştir.b) 1979–1980 yıllarındaki saldırı yoğunluğu ile Türkiye’de o dönemdeki anarşi arasında bir paralellik mevcuttur.

ERMENİ TERÖR ÖRGÜTLERİYurt dışındaki görevlilerimize, misyonlarımıza ve kuruluşlarımıza yapılan saldırı ve eylemleri şu ermeni terör örgütleri ya da grupları üstlenmiştir.
1. Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni gizli Ordusu (ASALA)
2. Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları (ESAK)
3. Yeni Ermeni Direnişi
4. Ermeni Kurtuluşu
5. Ermeni Kurtuluş Cephesi
6. Yanikion Komandosu
7.Genç Eylem GrubuBu terör örgütlerinin en önemlileri ilk dört sırada yer alanlardır. Son üç örgütün adı yalnızca bir kez duyulmuştur.
Cinayetlerden asıl sorumlu olanlar ise ASALA ve ESAK’dır.
ASALA 8,
ESAK 7 görevli ve vatandaşımızın katledilmesinden sorumludurlar. 4 görevlimizin katlini ise iki örgüt ayrı ayrı üstlenmişlerdir.
Yine ASALA silahlı saldırılarda 10 görevli ve vatandaşımızı, ESAK 3 görevlimizi yaralamışlardır, 1 görevlimizin yaralanmasına da birlikte sahip çıkmışlardır.Saldırıların, üstlenen örgütler itibariyle dökümü de ASALA ve ESAK’ın diğer Ermeni terör grupları karşısındaki önemlerini ortaya koymaktadır.

Buna göre, 69 saldırıdan,33 ünü ASALA16 sını ESAK5 ini Yeni Ermeni Direnişi1 ini Ermeni Kurtuluş Cephesi1 ini Yanikian Komandosu1 ini Ermeni Kurtuluşu6 sını ayrı ayrı Asala ve Esak1 ini ayrı ayrı Yeni Ermeni Direnişi ve Genç Eylem GrubuGerçekleştirmişler.5 saldırı ise açıkça üstlenilmemiştir.Bu 69 saldırıdan yalnızca 8 inin failleri(Yanikian, Kilndjian, Jamgotchian ve Sesliyan, Kozliyan, Basmadjian, Joflian Sassounian ve son olarak Levon Ekmekçiyan yakalanabilmiş diğer saldırganların failleri meçhul kalmıştır.Burada, saldırıları ve işledikleri cinayetler itibariyle diğer Ermeni tedhiş örgüt ve gruplarından çok daha önemli görünen ASALA ve ESAK hakkında özet bilgi verilmesinde yarar görülmektedir.
1. ASALA20 Ocak 1975 de Beyrut’ta kurulmuştur. Aynı tarihte Beyrut’taki Dünya Kiliseler Konseyi Bürosuna yaptığı bombalı saldırı ile adını ilk kez duyuran örgüt, “Marksist-Leninist devrimci bir çizgi izlediğini” açıklamakta, kendisini “uluslar arası devrim hareketinin parçası” olarak “silahlı mücadele” ile çözümlenebileceği görüşünü savunmaktadır. Örgütün ilan ettiği amaçları şunlardır:
a) İşgal altındaki Ermeni topraklarını kurtarmak ve birleşik, demokratik ve sosyalist bir Ermenistan kurmak.(ASALA, işgal altındaki Ermeni topraklarından “Batı Ermenistan” diye adlandırdığı Doğu vilayetlerimizi kasdetmekte, Sovyet Ermenistan’ını “kurtarılmış bölge” olarak kabul etmektedir.
b) Topraklarına döndüğünde Ermeni halkına en azından kendi kaderini tayin hakkı tanınmasını sağlamak.
c) “Soykırımın” tarihi bir gerçek olarak Türkiye tarafından kabulünü temin etmek.d) Türkiye’yi “Soykırım” nedeniyle tazminat ödemeye zorlamak.

ASALA, açıklamalarında, Türkiye’nin “Soykırımını tanıması” ve “tazminat yükümlülüğünün” hedef sıralamasında sonda yer aldığını özellikle vurgulamakta ve “emperyalistlerin ajanı” olarak tanımladığı Taşnakları yalnızca bu son iki amacı temin etmeye çalışmakla suçlamaktadır.U

luslar arası terörün parçası olan ASALA, “Türkiye’deki Kürt ve Türk devrimcilerle” işbirliği yaptığını ve dayanışma içinde olduğunu belirtmekte, Türkiye içinde de, İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır ve Van’da bazı eylemler gerçekleştirdiğini, içinde asker ve subayların da bulunduğu bir Türk uçağının düşürülmesinden sorumlu olduğunu ileri sürmektedir.

Komandoların sık sık Türkiye’ye girdiğini iddia eden ASALA “Türkiye’deki Kürt ve Türk devrimcilerle işbirliğini” bu “devrimcilerin” “Ermeni davasının haklılığını kabul etmeleri” koşuluna bağlamaktadır.Bilinen liderleri Hagop Hagopian ve Mihran Mihraniandır (Bu iki ismin takma adları olması muhtemeldir) Merkezi büyük bir olasılıkla Beyrut’dadır

. Ancak ASALA merkezinin Beyrut’da olduğunu reddetmekte ve Türkiye dâhil Ermenilerin yaşadığı her ülkede merkezleri bulunduğunu belirtmektedir.

Yrd. Doç. Dr. Orhan ÇEKİÇAtatürk İlkeleri ve İnkılâp TarihiBölüm Başkanı

http://armeniantale.blogspot.com/

Tuesday, October 6, 2009

Fransız Akademi üyesi Pierre Loti’nin 1920 yılında, Paris’te yayımlanan “L’Est de Paris” isimli gazeteye gönderdiği makale..
Yazar bu makaleyi 12.04.1920 tarihinde Paris’ten postaya vererek dönemin askerî Müze müdürü Ahmet Muhtar Paşa’ya göndermiştir.

-----------------------------------------------------------------
Ermenistan katliamı üzerine gönülden ve vicdanen inandığım şey olan gerçekler hakkındaki sâfiyane düşüncelerimi tekrar, tekrar söyledim.

Bu olayları asla onaylamadığımı ifade etmezsen Allah beni affetmez. Sadece bu olayların küstahça abartıldığını kanıtlarıyla ispat ettim. Zaten hafifletici şartlar kendilerini savunmaktaydı.

Her zaman, Türkiye’nin kemirici kurtları, profesyonel gammazları ve iftiracıları, zenginlerin ve fakirlerin tüm varlıklarını kendilerine akıtan bütün Hıristiyan âlemini Osmanlı vatanı aleyhine kışkırtan ve Yunanlarla birlikte her fırsatta mezalim yapanlar Ermenilerdir.

Lövantenlerin; hiçbir ülkede, hiçbir devirde Türklere karşı olan bir iftira eseri, bu kadar ustaca ve yüzsüzce icra edilmemiştir. Bunu, Hıristiyan sıfatını kullanarak ve istismar ederek, dar kafalı binlerce Katolik nezdindeki itibarları sayesinde yapmışlardır ve doğu ülkelerinde ikamet edildiğinde, bizde ne kadar çok nahif ve cahilin din fanatizmiyle, Katolikliğin en büyük düşmanı olan Ermeniler ve Ortodokslar lehine davrandığını gülümseyerek görürüz.

Hâlbuki zavallı Türkler, aksine, bizim için hoşgörünün bizzat kendisi olmaktan vazgeçmediler..

Yine, ciddî olarak bilinen insanların, kelimelerin ne anlama geldiklerini bilmelerine rağmen, Türklerin bize ihanet etmiş oldukları iddiasında inat ettiklerini tekrar, tekrar söyleyeyim.
Ancak, ihanet etmenin birinci şartı, bir söz verilmiş olmasını icap ettirmez mi ?
Oysa Türkler bize ne vaat ettiler ve bize ne borçlular? rica ederim
Bence hiç.
Biz onları Mısır’da İngilizler, Tripoli’de İtalyanlar, Balkanlarda Bulgarlar ve Yunanlar karşısında – ve daima en sıkıcı biçimde hareket ederek – yalınız bırakmadık mı ?

Gerçekten onlar üzerinde ne hakkımız var ? Nihayetinde, Rus devinin ağır pençesi altında ezilmenin ve İstanbullarını kaybetme tehlikesinin karşısında yapayalnız kaldıklarını görünce, vatanlarını kurtarmak için ümitsizce Almanya’nın yardımını kabul ettiler.
Onların yerinde kim olmuş olsaydı da öyle yapmazdı ?
Türkiye’nin parçalarının üzerine çullanmış Avrupa halklarının aç gözlü politikalarına hizmet etmek üzere tam vaktinde ortaya çıkan “Ermenistan katliamları”nı özellikle şüpheyle karşıladım. İlk bakışta sözde Maraş katliamı “mümkün” olması için son derecede “beklenmedik” geliyor bana.
Türkler, başka her türlü duygu kıtlığı nedeniyle, Avrupa’nın onları incelediği ve pusuya yatarak inkârı mümkün olmayan bir kötü niyetle kollamakta olduğu sırada bu infazları yapacak kadar akılsız mıydılar ?
Bu nedenle bilgi sahibi olmaya çalıştım.

Ve işte, çok ciddî Fransız kaynaklarından edindiğim bilgiler: Öncelikle, bizde ne yaparlarsa yapsınlar, cahil kitleler tarafından daime hakarete uğratılan ve en kötü şeylerle itham edilen zavallı Türklerin yerine bir an kendimizi koyalım. Mütarekenin imzalanmasının hemen akabinde, kendilerine bırakılan Kilikya bölgesine, son derecede sâkin olan Kilikya’ya, arkalarında topçu bataryaları ve tam bir işgal malzemesi taşıyan İngiliz ve Fransız işgal kuvvetlerinin girişi – ki, bu da asla inkâr edilemez bir olaydır – karşısındaki öfke dolu şaşkınlıklarını tasavvur edelim. Ve bu olay, İzmir’in katliamcı ve kundakçı Yunan bir çetenin, her şeyi ateşe ve kana bulamak amacı taşıyan istilasıyla çakışmaktaydı.

Dünyada hangi ülke kendisini son gücüyle müdafaa etmeden buna tahammül edebilirdi ?

Buda yetmezmiş gibi birliklerimizin önünde, kudurmuşçasına saldıran Fransız giysileri içindeki Ermeni çeteleri bulunuyordu.
Peki neden Fransız üniforması içindeydiler ?
Bu gayri nizamî kuşamların seçiminde bazı müttefiklerimizin Türklerin bize duyduğu sevgiyi nefrete dönüştürmek ve sevgili Fransa’mızın doğuda asırlarca uğraşarak kazandığı önceliği kapmak amacı taşıyan ve defalarca ortaya konulan aynı inatçı planların bir manevrasının rolü olduğunun görülmesi hak değil midir ?

Ermeni lejyonları olarak isimlendirilen bu çetelerin Köylere ellerinde silâhlarıyla salındıklarında ve Türk halkının üzerinde vahşice hırslarını tatmin etmeye başladıklarında neler yaptıkları tahmin edilebilir.
Başlangıçtan itibaren, onların Adana ve Haçin gibi şehirlerde düzeni kurmalarıyla ve sözde görevlendirilmelerinden ve Fransız üniformalarının ihsan ettiği dokunulmazlıktan aldıkları cesaretle en aşağılık içgüdülerine tam yol verdiler.
Yağmalar, ırza tecavüzler, cinayetler, yıkımlar, Türk köylerinin yakılması birbiri ardından kesintisiz olarak geldi. Haçin’de yüzlerce Müslüman inanılmaz işkencelerle sakat bırakıldılar. Uzun süren sürgünlerden yuvalarına dönen zavallı Türk esirler katledildiler ve hayâsızca parçalanan cesetleri günlerce açıkta bırakıldı.
Dünyanın en eski kentlerinden olan Maraş yoğun top ateşiyle bombalanarak ve kırıntı haline getirildi.
Antep ve Onria kentlerinde, bu Ermeni lejyonları, gene Fransız üniforması içinde, dehşet verici suçlar işlediler.
Olaylar öylesine trajik bir hal aldı ki, İstanbul’daki Fransız askerî makamları, maalesef kamuya açıklanmayan teferruatlı raporları Paris’e gönderdiler.
Kitle halinde ayaklanan Türk halkı sonunda silâhlandı ve her iki tarafa da bir çok yaralı ve ölüye malolan çatışmalar bunu takip etti. Ermeniler öldü ama çok daha fazla Müslüman, Yunan ve yaklaşık 200 Fransız da hayatını kaybetti.

Ama bir tek Ermeni bile katledilmedi.

Gerek Latin, gerekse Gregoryen ve Katolik ruhban sınıfı tarafından gönderilen telgraflar da bunu doğruluyor.

Bu durumda ben, Maraş’ta Ermenilerin katledilmesi hikâyesinin bütün Fransız karşıtı davaların en büyüğüne hizmet etmek amacıyla uydurulmuş riyakârlıkların en hayâsızcası olduğunu iddia etme cesaretini gösteriyorum.
Zaten, ihtimal dahilinde olmasa da, yanlış bilgilendirilmiş olmam durumunda müttefikler arası bir soruşturma komisyonunun olay yerine gönderilmesinin rica ediyorum. Bu isteklerini avaz, avaz haykırarak bildiren Türkler ile beraberim.

Bitirirken, bir olayı istisnaî ciddiyetle ve çok üzülerek anlatmak zorunda olduğuma inanıyorum:

Bu çatışmalarda yer alan Fransızlar, bizden ölenlerin İngiliz top mermileri, kurşunları tarafından vurulduklarını beyan ettiler ki, bu da bazı Türk ve Kürt çetelerindeki keskin nişancıların bize karşı İngilizler tarafından silâhlandırıldıkları izlenimini vermektedir.

Bu durumu İngilizlerin bizzat kendilerine ihbar ediyorum.

Çünkü biliyorum ki, özellikle başkentte iyiler ve dürüstler vardır ve onlar öncülerinin durdurulamaz emperyalizminden ilk öfkelenenler olacaklardır.

Pierre Loti
Académie française

kaynak: www.acikistihbarat.com

Tuesday, May 19, 2009

Rus Genelkurmayı belgelerine göre 1915'te ne oldu?

Ermeni meselesinin dış politikanın en üst sıralarına oturduğu şu günlerde, Dışişleri Bakanlığı'nın desteğiyle, Rus arşivlerinde çalışan Mehmet Perinçek'in '11 Aralık 1915 Tarihli Resmi Ermeni Raporu' isimli kitabında yayınladığı belge, 1915'teki olayları farklı bir bakış açısıyla anlatıyor.

Ermeni olaylarının en sıcak şekilde yaşandığı 11 Nisan 1915'te Rusya'nın Kafkas Ordusu Kurmay Başkanı General Leonid Mitrofanoviç Moskova'ya bir rapor yazdı.

Ermeni meselesinden İngilizleri suçlayan Bolhovitinov, raporunda; 'Müslümanlardan daha iyi koşullarda yaşıyorlar' dediği Ermenilerin 'sistematik katliama' giriştiğini yazdı.

Kitabında yer verdiği belgeyi, Rus arşivlerinde 1 yıl süren araştırmaları sonucu elde eden Mehmet Perinçek, Bolhovitinov'un raporda 'Ermenilerin 19. yüzyılın sonunda ve Birinci Dünya Savaşı'nda verdiği kayıpların sorumlusunun kendileri olduğunu' anlattığını söyledi. Perinçek, 'Raporda, 'Bu karşılıklı kırımı ateşleyen, bu kırımı başlatan Ermeni çeteleridir' diyor. 65 sayfalık bu raporun tam metnini yayınladık. Sıhhiye birlikleri yapmışlar.

Ermeni gönüllü birlikleri bando takımları bile kurmuş. Ermeni revirleri bile var. Bunlar da tehdidin ne büyük olduğunu gösteriyor. Bolhovitinov, ayrıca bu gönüllü birlikleri oluşturanların da Osmanlı Ermenileri olduğunu söylüyor' diye konuştu. General Bolhovitinov'un yazdığı raporu Rus Genelkurmayı'nın arşivinden bularak yayınlayan İstanbul Üniversitesi Araştırma Görevlisi Mehmet Perinçek, çalışmasını Dışişleri Bakanlığı'nın projesi kapsamında gerçekleştirdi.

Perinçek'e göre; 'Bolhovitinov raporu bir istisna oluşturmuyor. Rus arşivlerindeki belgeler, Türklerin vatanını savunduğunu ortaya koyuyor.' OLAYLARIN YAŞANDIĞI SIRADA YAZILDI Rusya'nın Kafkas Ordusu Kurmay Başkanı General Leonid Mitrofanoviç Bolhovitinov, söz konusu raporunu 11 Nisan 1915'te, Ermenilerin kendilerine bir ayrıcalık tanınmamasını şikayet amacıyla yazdıkları bir rapora cevaben yazmış.

Ayrıca Bolhovitinov'un yazdığı rapor, kendisinin görevi nedeniyle de çok önemli. Perinçek, bu durumu şöyle anlatıyor:
'Bolhovitinov, karargahta bulunuyor ve cephedeki bütün bilgilerin aktığı kişi. Sadece yerel bir noktadaki gözlemlerini yazmıyor, bütün cephedeki bilgiler onda toplanıyor. Raporu yazdığı tarih, Ermeni olaylarının en ateşli yaşandığı günler.

Türk ve Rus ordularının savaştığı bir dönem, 27 Mayıs 1915'teki tehcir kararının birkaç ay sonrası.
Bu raporu yazan kişi Türkiye'nin savaştığı ordunun komutanı ve o bölgede savaşıyor. Bolhovitinov'un Türklere en ufak bir yakınlık hissetmesi söz konusu değil. Raporu, olayların üzerinden 5-10 sene geçtikten sonra, soğukkanlı bakabileceği bir dönemde değil, tam tersine Türk ve Rus hınca hınç savaştığı zamanlarda yazıyor.

Raporda tehcir ile ilgili tek bir kelime yok. Hatta Bolhovitinov, 'Biz Türklerle işbirliği yapan Kürt aşiretleri de gittik cezalandırdık, yaktık, yıktık' diyor.

Savaş döneminde bunların meşru olduğunu kendisi ifade ediyor. Buradan, Türklerin meşru bir vatan savunması içinde olduğu ortaya çıkıyor.' ERMENİLER MÜSLÜMANLARDAN İYİ KOŞULLARDA YAŞIYORDU Perinçek, Ermeni gönüllü birliklerinin verdiği raporlarda da itiraflar bulunduğunu söyledi.

Ermenilerin 'Rusları kendilerine yeteri kadar destek olmamak', 'Türkler ve Kürtler ile eşit tutmak' ve 'Kürtlerin arazilerine el koymalarına izin vermemekle' suçladıklarını anlatan Perinçek, General Bolhovitinov'un cevabi raporunda bir sütuna Ermeni iddialarını, karşı sütuna da bu konudaki tespitlerini yazdığını söylüyor.

Raporda Ermeni meselesinin İngiliz kışkırtmasına bağlandığını belirten Perinçek, Bolhovitinov'un sorunun 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktığını ve bu tarihe kadar Ermenilerin Müslümanlara göre daha iyi koşullarda yaşadığını raporuna yazdığını anlattı.

Rus generalin raporunda, Ermenilere 'bağımsız ve özgür Ermenistan kurabilecekleri' fikrini aşılayan İngilizlerin, karşılıklı kıyımın fitilini ateşlediğini yazdığını ifade eden Perinçek, bunun ardından gönüllü Ermeni birliklerinin Müslümanlara karşı 'sistematik katliama' giriştiğinin de belirtildiğini söyledi.

Perinçek, 'Bolhovitinov, 'bu terör olayları sonucunda birçok Müslüman'ı katlettiler; bunun karşısında da Müslümanlar karşılık verdi' diyor.

Bolhovitinov, yağmaya başvuran Ermeni çetelerinin kendilerini engelleyen Rus askerlerine bile ateş açtığını anlatıyor ve Ermenilerin verdikleri rakamların da abartılı olduğunu raporunda açıkça yazıyor.
Bolhovitinov, ayrıca Ermenilerin de Birinci Dünya Savaşı sırasında kayıp verdiklerini ancak verdikleri rakamlara güven olmayacağını, çünkü dış yardım almak için bu rakamları abarttıklarını söylüyor' dedi.
SÜLEYMAN SARIOĞLUsuleyman.arioglu@aksam.com.tr

Friday, May 8, 2009

T.C. DISISLERI BAKANLIGI
A C I K L A M ASI


“Avustralya’nin alti eyaletinden biri olan Guney Avustralya’nin Parlamentosu, Alt ve Ust Kanatlarinda Nisan ayinda, 1915-1923 yillari arasinda Ermeni, Pontus, Suryani ve Kucuk Asya’daki diger azinliklarla ilgili olaylari soykirim olarak tanimlamayi da iceren kararlar kabul etmistir. Bu kararlari esefle karsiliyor ve siddetle kiniyoruz.

Turk halki asirlar boyunca Ermeni, Pontus, Suryani ve Kucuk Asya’daki diger azinliklarla ayni topraklar uzerinde birbirlerine karsi hosgöru ve baris icinde yasamis olup bu halklara karsi insanlik disi hicbir girisimde bulunmamistir.

Birinci Dunya Savasi kosullarinda cereyan eden ve Turklerle Ermenilerin buyuk acilar cekmesine yol acan olaylarin carpitilarak, tek tarafli bir yaklasimla soykirim olarak nitelendirilmesi ileri derecede sorumsuz bir davranistir. Avustralyali yerel politikacilarin, kin ve nefret duygulariyla, hatta irkci bir anlayisla tarihi gercekleri tahrif ederek insanlari kandirma yetenegine erismis propaganda uzmani Ermeni ve Rum lobilerinin baskisina boyun egdigi uzuntuyle musahade edilmistir.

Tarihi olaylar hakkinda en saglikli kararin tarihciler tarafindan verilebilecegi gerceginden hareketle Turkiye, Ermenistan’a, Turk, Ermeni ve ucuncu ulke tarihcilerinin katilimiyla bilimsel ve nesnel calismalar gerceklestirecek bir “Ortak Tarih Komisyonu“ olusturulmasini önermistir.

Guney Avustralya’nin eyalet parlamentosunun, ortak tarih komisyonu önerimizi desteklemek yerine, 1915 olaylari hakkinda tahrif edilmis bilgilere dayali bir karar almasi Turk halkini uzmustur. Sözkonusu Eyalet Parlamentosu’nun bu davranisi, Turk ve Avustralya halklari arasinda Canakkale Kara Savaslari sonrasinda gelisen derin dostluk duygulari ile de celismektedir.

Turkiye-Avustralya ikili iliskilerinin ruhuna aykiri olan bu tutum ulkemizde buyuk hayal kirikligi yaratmistir.”

Thursday, March 26, 2009

Atatürk, 26 Şubat 1921'de Amerikalı gazeteci Clanence K. Streit'in sorusu üzerine, Ermeni tehcirine ilişkin şu tarihi gerçekleri dile getirdi:

"Düşmanca ithamda bulunanların sürdükleri büyük mübalağalar dışında Ermenilerin tehciri meselesi aslında şuna inhisar etmektedir:Rus Ordusu 1915'de bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti.
Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk.
İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız bir şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu.
Bu cinayetleri işleten saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah, cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından itibaren kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ve bu maksada matuf olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinde yapıyorlardı."

Sunday, March 1, 2009

Ermeni lobisi Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye raportörü Hollandalı bayan Ria Oomen-Ruijten’i tehdit ediyor
http://www.turkishny.com/en/hot-news/3530-ermeniler-beni-tehdit-ediyor.html

Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye raportörü Ria Oomen-Ruijten, 1915 hadiselerine "soykırım" olarak atıf yapmadığı için Ermeni lobisinden tehdit aldığını söyledi. 12 Şubat'ta Dış İlişkiler Komitesi'nde raporu büyük bir farkla onaylanan Hollandalı Ruijten, ilginç açıklamalarda bulundu.

Baskılara rağmen kaleme aldığı iki raporda da 1915 olaylarına "soykırım" ifadesinden kaçınan Ruijten, bu yüzden Ermeni lobisinin kendisinden pek hazzetmediğini kaydetti.

Raportör, "AP'ye tekrar seçilmemi engellemek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarına dair bana söz verdiler." dedi.Oomen, "Ama bu sözler tehdit değil mi?" sorusuna ise, "Kesinlikle. Bir de ofisime sorun. Şimdiye kadar ne tehditler aldım." cevabını verdi.

Parlamentonun en kıdemli üyelerinden olan Ruijten'in hazirandaki seçimlerde AP'ye tekrar girmesi bekleniyor.

Friday, February 27, 2009

“ÖZÜRLÜ AYDINLAR”IN HOCALI SOYKIRIMI KONUSUNDAKİ SUSKUNLUĞU!

Prof. Dr. Özer Ozankaya


Kendilerine “Türkiyeli Aydınlar” adını veren ve Türk Ulusu adına Ermeni Ulusundan özür dilemeye yetkili sayanları kendi kendileriyle tutarlılığa çağırmak üzere onlara şu soruyu yöneltmek istiyorum:

“Ermenistan ordusunun 26 Şubat 1992 günü, Azerbaycan’ın Yukarı Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında sivil, kadın, çocuk, yaşlı ayırımı yapmadan 613 Azeri Türkünü en ağır işkenceler uygulayarak katletmelerinin ve hâlâ bu Azerbaycan toprağında devam eden işgalciliklerinin 17 yıldönümünde söyleyeceğiniz hiç bir şey yok mudur?

1915 ve sonraki I. Dünya Savaşı yıllarının acı olayları da özünde Hocalı Katliamı niteliğinde olduğu için mi susuyorsunuz?

Üstelik öldürülen Türkler, sırf Türk oldukları için, yani savaşan asker, çeteci vb. değil, sivil halk olarak öldürüldükleri halde, bu kıyımlara karşı duyarsız kalmak, Türk’ü insan yerine koymamak anlamına geleceğini görmüyor musunuz?

Bu tutumunuzla barış ve insan haklarına dayalı bir uluslararası düzenin kurulmasına hizmet ettiğiniz söylenebilir mi?”

Tuesday, February 17, 2009

Arsiv belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri Cilt I- VIII ...simdi elektronik olarak erisilebilir...

Ermeni Iddalarina cevaplar ve belgeler simdi tsk sanal arsivinde...

Ermeni iddalarina karsi Genel Kurmaya bagli Arsiv mudurlugu(ATASE)ciltler halinde Ingilizce ve Turkce kitaplar hazirlamis ve bunlara PDF olarak erisebilecegimizi belirtiyorlar; PDF lere erismek icin =>>
www.tsk.mil.tr
Tarihden kesitler, Arsiv belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri Cilt I- VIII Cok yakinda da Pontos iddalari tamamlanamak uzere oldugu aciklanmakta....Hazirlanan Ingilizce / Turkce kitaplari Avustralya'daki Turkler icin Turk kutuphanlerine(!) ve Avustralyali parlementerlerin adreslerine gonderilmek uzere oldukca acele bir sekilde addres/ler istenmekte
Bu konuda yardim etmek isteyen arkadaslarin bir an once adreslerini belirtmeleri ve temasa gecmeleri beklenmekte.

Friday, February 6, 2009

UNUTULAN ARSIVLER

1919 - 2007

http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1919-1919-0.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1919-1919-1.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1919-1937.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1937-1942.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1943-1945.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1946-1950.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1950-1955.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1955-1960.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1960-1961.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1961-1964.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1964-1966.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1966-1971.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1971-1973.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1973-1975.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1975-1978.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1978-1980.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1980-1982.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1982-1984.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1984-1988.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1989-1993.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1993-1997.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1997-1999.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/1999-2002.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/2003-2006.pdf http://www.atonet.org.tr/yeni/files/_files/UNUTULAN_MANSETLER/2006-2007.pdf

Tuesday, February 3, 2009

ERMENİLERİN ŞEHİT ETTİĞİ DİPLOMATLARIN ANISINA TERTİPLENEN KONFERANS ...
Sevgili okuyucular,Eraren.org sitesinde yer alan bir habere göre, İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu, yakın tarihte Ermeni teröristler tarafından katledilen şehit Türk diplomatları anısına London School of Economics' te bir konferans düzenlemiş.

30 Ocak 2009 tarihinde yapılan ama henüz yapılan konuşmaları-açıklamaları henüz öğrenemediğimiz konferansta, Prof. Jeremy Salt ve araştırmacı yazar Şükrü Server Aya birer konuşma yapmışlar. Şükrü Server, konuyla ilgili yazdığı ' Genocide of Truth - Gerçeğin Soykırımı ’ ve ‘ Soykırım Tacirleri ve Gerçekler ' adlı kitaplarından bilgiler aktaracak ayrıca sözde Ermeni soykırımı iddialarının gerçeği yansıtmadığından bahsedecekti.

Ortadoğu tarihi ve politikaları konusunda uzman olan Prof Jeremy Salt ise konferansta ' Ermeni Sorunu'nun 1878-1918 yılları dönemini yeniden değerlendirecekti. " Emperyalizm, Evangalizm ve Osmanlı Ermenileri 1878-1896 " kitabının yazarı Prof.Salt konferans öncesi şu açıklamayı yapmıştı: " Birinci Dünya Savaşı sırasında 4 milyona yakın sivil Osmanlı vatandaşı öldü. Müslüman olsun Hıristiyan olsun, ölüm nedenleri katliam, açlık ve hastalık gibi hepsi için aynıydı ama nedense Hıristiyan ölümleri özellikle de Ermeni kayıpları batı dünyasında tarihi, politik ve kültürel alanda geniş olarak işlenirken aradan bir 100 yıl geçmiş olmasına rağmen Türklerin, Müslümanların kayıpları halen araştırılmamış ve görmezden gelinmiştir.

Gecikmeli de olsa bu konuları yeniden ele almalı ve tarihi gerçekler ışığında 'Ermeni Sorunu'nu yeniden değerlendirmeliyiz." İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu yöneticileri de yaptıkları açıklamada, 1973 ile 1985 tarihleri arasında Ermeni terör örgütleri tarafından hedef seçilerek 21 ülkede gerçekleşen 110 silahlı saldırıda 34 diplomatımız ile sekiz yakını ve dört yabancının hayatını kaybettiğini belirttiler. .................

AVUSTRALYA’DA DA YAPILMALI

Hepimizin bildiği gibi son yıllarda bir avuç Türkiye-Türk düşmanı, daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi özellikle siyasiler ve yazarlar, gazeteciler arasında sinsi bir propaganda faaliyeti yapmakta, Türklerin Ermenileri, Pontuslu Rumları, Kıbrıslı Rumları, Süryanileri ve Kürtleri katlettiğini iddia ediyorlar.

Bu yalancılara-sahtekârlara inanan bazı saf siyasetçiler, yazarlar, gazeteciler de bu iddiaların gerçek olup olmadığını araştırmadan savunmaktalar!..Bu ülkede çok sayıda sivil toplum örgütlerimiz, aydınlarımız, akademisyen ve gazetecilerimiz var. Bunlar biraz şu nazik popolarını oturdukları koltuklardan kaldırsalar da İngiltere’deki Türk Dernekleri ve Federasyonu-konseyi gibi bu iftiraların gerçek olmadığını anlatmak için bazı toplantılar, konferanslar, paneller düzenleseler... Be bu yalanları savunan insanlara doğruları anlatsalar ne kaybederler ?.. Böyle bir teşebbüse hiçşüphem yokki, Türkiye’nin Avustralya’daki resmi temsilcileri olan ; Büyük Elçimiz, Başkonsoloslarımız ve Askeri Ataşemiz seve seve bilgi ve doküman desteği sağlayabilir. Yeter ki, insanlarımızın içinde biraz millionur ve çalışma azmi olsun.
* * *

BİZİ BİZ DEĞİL, YABANCILAR SAVUNUYORSevgili okuyucular,Dikkat ettiyseniz biz toplum olarak kendi milli davalarımızı savunmakta aciz kalırken yabancılar bizleri bizden daha iyi savunuyorlar. Bunların örnekleri var ama sayıları az. Bunlardan biri de Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak “ Türklerin, Müslümanların kayıpları halen araştırılmamış ve görmezden gelinmiştir.
Gecikmeli de olsa bu konuları yeniden ele almalı ve tarihi gerçekler ışığında 'Ermeni Sorunu'nu yeniden değerlendirmeliyiz " diyen Prof. Salt. Biliyorsunuz bu yalancı grubunda Kıbrıslı fanatik Rumlar var.
Bu fanatikler Kıbrıs’ta Rumları katlettiğimizi iddia etmekteler. Fanatiklere bu konuda en güzel cevabı yine Rum kökenli bir Profesör veriyor ve asıl katliamcıların Rumlar olduğunu söylüyor.

Oxford Üniversitesi eski tarih profesörü olan Ronaldos Kaçaunis, Rum Haravgi gazetesine 12 yaşındayken Magosa’da yaşadığı ve Rumların 32 Türk’e nasıl katliam yaptığını anlattı. Yani yaşadığı, gözleriyle gördüğü bir gerçeği adı geçen gazeteye şu şekilde anlattı; " Üç Yunan subayın aracına yapılan saldırının intikamını almak isteyen bir grup Rum, bölgesindeki bankalar ve dükkanlardan Türkleri topladı.
Onları kapalı araçlara doldurup kent dışında bir köyde ateşli silahlarla öldürdü ve topluca mezara gömdü. Bu olayın çok sayıda şahidi vardı. Ama herşeyi bilen Magosa polisi sustu.
O günkü şartlar altında olay örtbas edildi..

Mezarlar da bulunamadı, suçluların kimlikleri belirlenmedi, yargılanmadılar.
Bu katliam tartışılmadı bile...

"Haravgi Gazetesi de bu arada Türklere yapılan bir başka katliamı dile getiriyor ve " 1974’te üç Türk köyünün kadın-çocuk yakılması savaş suçu değil miydi ? Peki biz hangi katliamcıyı yakaladık " diyerek bir özeleştiri yapıyor. Görüyorsunuz çok acıdır ki biz, bize karşı yapılan bu haksız suçlamalar karşısında, üzerimize ölü toprağı serpilmiş gibi bir uyuşukluk içinde sessiz-tepkisiz kalırken eller bizi savunuyor !..

Biz böyle sessiz, tepkisiz kalınca ve gerçekleri anlatmayınca da bazıları Türkleri, barbar, katil, soykırımcı-katliamcı olarak rahatça suçluyabiliyor. Bunun nedeni-leri nedir biliyor musunuz; son yıllarda sayıları ve cüretleri artan AB-D’ci işbirlikçilerinin ve Ilımlı İslamcıların, Humeynici, Suudici hocaların-imamların insanlarımız üzerinde yaptıkları beyin yıkama faaliyetlerı yanısıra halkımızdaki milli kimlik şuurunu, Atatürk sevgisini yok etmeleri.

..............ADANALI İRFAN’NIN BABASINA SORUSU;“ SENİN GERÇEK ÖNDERİN KİM ? “Bu kötü gidişatı gören bir çok insan var ama seslerini duyuramıyorlar.
Bakınız, Avustralya’da yaşayan kendisini sadece Adanalı İrfan olarak tanıtan duyarlı bir arkadaşımız, bir süre önce Türkiye’de benim de yazı yazdığım bir internet gazetesine ileti göndererek, ‘”Bizim halka ne oldu ki sorunlarına ve geleceğine sorumlulukla ve duyarlılıkla sahip çıkmıyor ? “ diye sorup şunları yazıyor;‘’ Ufak yaşta idik, babamız şunu bize her zaman ; Atatürk’ü hiç unutmayın. Din softalarıyla-istismarcılarıyla zamanı boşa harcamayın.
Bu softalar, cahiller dinimizi bir çıkar ve sömürme meselesi durumuna getirdiler ’ derdi
rahmetlik.
Ona bir gün sordum; “ Baba senin gerçek önderin kim ? “ Babamın cevabı şu oldu;-Benim ve senin tek önderin Atatürk’ tür. O bize Türkiye Cumhuriyeti ile bağımsızlığı armağan etti.

Eğer halkımızın yüzde ellisi bu düşünce ve anlayışta olsaydı Bugün Türkiye Cumhuriyeti aydınlıkta olurdu. Devlet yönetiminden aciz siyasiler, cahil din adamları bizi geriletti halkı aldatarak, sömürerek fakir, yoksul duruma getirdiler, sahtekârlara, hortumculara göz yumdular. Bu da yetmedi bir de bizi IMF’ye kul-köle yaptılar.’’ Adanalı İrfan iletisinin sonuna bir de şu satırları ekliyor; Bizlerin insan olarak bir batılıdan ne farkımız var ?..
Onların köpekleri her gün şampuan ile yıkanırken, benim Atatürk’ümün ülkesinin çocukları okula gidecek kalem, defter bulamıyor. Bizi bugünlere, bu durumlara getirenler utansın!..” Dış ülkede yaşasa da onurlu bir şekilde anavatanının sorunlarını cesurca dile getiren, savunan Adanalı İrfan’ı mümkün olsa da yakından tanısam ve alnından öpsem.

* * *CANBERRA B.ELÇİMİZE GEÇMİŞ OLSUN DİLEĞİMSevgili okuyucular,Üzülerek haber aldığımıza göre, Canberra Büyük Elçimiz sayın Murat Ersavcı, geçenlerde geçirdiği bir ameliyat sırasında tehlikeli bir an yaşamış ve doktorların zamanında müdahalesi ile hepimizi derinden üzecek bir tehlikeyi çok şükür atlatmış. Sayın B. Elçimize Geçmiş olsun dileğimizi iletirken, başarı ile yürüttüğü görevine en kısa zamanda sağlıklı bir şekilde dönmesi için Tanrıya dua edelim.

E.Posta- hulusisenel@yahoo.com
........................................................
SEVDİĞM SÖZCÜK - “ İftira; edileni değil, edeni kirletir “

Monday, February 2, 2009

ERMENISTAN VE TEROR
http://groups.google.com/group/cihan-turk-olsun/web/ermenistan-ve-terr?hl=tr

9-10 asir boyunca Turklerle birlikte rahat ve sukun icinde yasayan ve Osmanli Devleti'nde oldukca zengin bir tabakayi meydana getiren Ermenilerin tutumlari; 1877 - 1878 Osmanli Rus savaslarinda Osmanlilarin yenilmesiyle, 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos Antlasmasi ve 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin Antlasmasi imzalaninca degismistir.

Bu anlasmalardan sonra Rusya'nin ve bazi Avrupa devletlerinin kiskirtmasiyla Ermeniler suratle orgutlenerek, bagimsiz bir Ermenistan Devleti kurmaya yonelmislerdir.Rusya, Kafkasya'da caglardan beri devam eden milli politikasi geregi, Turkiye ile Kafkasya'daki Azerbaycan'in arasina uydu gorevini yurutecek bir Ermeni Devleti yerlestirerek, irtibatlarini koparmak istemistir. Bu amacla, Rusya'nin Bolsevik Lideri Lenin, 18 Aralik 1917'de tayin ettigi Kafkasya Komiseri Ermeni asilli Stepan Salimyan'a 30 Aralik 1917 tarihli Kararname ile, o sirada Rus isgali altinda bulunan Dogu ve Guney Kafkasya'da Sovyetler Birligine bagli bir Ermenistan Devleti kurma yetkisini de vermistir.

27 Nisan 1920'de Bolsevik hakimiyetinin tesirinden sonra Guney Kafkasya ve Azerbaycan'da; Gurcistan, Ermenistan, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ile Nahcivan Ozerk Eyaleti ve Karabag ozerk bolgesi kurulmustur. Ermenistan, kagit uzerinde sinirlari cizilen bir devlete boylece sahip olmustur.

Milliyetcilik ve yayilmacilik duygulari iyice kabartilan ve kiskirtilan Ermeniler, Sovyetler Birligi'nin dagilmaya baslamasindan sonra 23 Agustos 1990 tarihinde bagimsizliklarini ilan ederek Buyuk Ermenistan'i kurma hayaliyle komsularina saldirmaya baslamislardir.1915 yilinda; 1. Dunya savasi sirasinda Turkleri arkadan vuran Ermeniler, Tehcir Kanunu ile zorunlu goce tabi tutulmuslardir.

Ermeniler tehcir sirasinda 1.5 milyon Ermeni'nin olduruldugunu iddia etmisler ve bu gunden sonra her yil sozde Ermeni soykirimi adi altinda Turkiye aleyhinde faaliyetlerde bulunmuslardir.

Buyuk Ermenistan'i kurma hayalindeki Ermeniler, bu bahaneyle Turkiye'den tazminat, soykirimi kabul ve toprak talep etmislerdir. Bu amacla, 1937-1986 yillari arasinda organize teror faaliyetleri ile yurtdisindaki temsilci ve temsilciliklerimiz ile yurticindeki kuruluslarimiza saldirida bulunmuslar ve isteklerinin yerine getirilmesini istemislerdir.

Son yillarda teror faaliyetleriyle isteklerini gerceklestiremeyeceklerini anlayan Ermeniler, 1986'dan sonra siyasi platformda Turkiye'ye baski uygulamayi ve Kurdistan hayaliyle ulkemizi bolmeyi amac edinen PKK teror orgutune her turlu destegi vererek, ulkemizin parcalanmasina yardimci olup bu yolla toprak talebini gerceklestirmeyi hedeflemistir.

Ermenistan'in, ozellikle ulkemiz sinirina yakin yerlesim yerlerinde PKK teror orgutune lojistik ve militan destegi sagladigi, kendi sinirlari icinde de kamp yerleri kurdurdugu, PKK teror orgutunun icerisinde ust seviyede Ermeni asilli subaylarin bulundugu tespit edilmistir.

ERMENI TERORIZMIGurgen (Karekin) Yanikan adli bir yasli Ermeni'nin 27 Ocak 1973'de ABD'nin Santa Barbara kentinde, Los Angeles Baskonsolosumuz Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadir Demir'i katletmesiyle baslayan "Bireysel Ermeni Teroru "nu 1975'den itibaren "Orgutlu Ermeni Teroru " izlemis ve yurtdisindaki gorevlilerimiz, elciliklerimiz ve kuruluslarimiza yonelik Ermeni saldirilari, kisa surede hizli bir tirmanma gostererek yogunluk kazanmistir.21 ulkenin 38 kentinde, degisIk turde 110 saldiri olayi olmustur.

110 saldiridan 39'u silahli, 70'i bombali, biri de isgal seklinde olmustur. Bu saldirilarda 42 diplomat Turk vatandasi ile 4 yabanci hayatini kaybetmis, 15 Turk ve 66 yabanci uyruklu sahis yaralanmistir.Saldirilari yillar itibariyle inceledigimizde; Ermeni terorunde 1979 yilindan itibaren buyuk bir artis gorulmektedir.

Ermeni teror orgutleri aktif olarak devam ettikleri teror eylemlerine 1986 yilindan sonra son verip Ermenilik konusunu uluslararasi platformlara tasimislardir. Ayrica, Guneydogu Anadolu'da faaliyet gosteren PKK teror orgutune lojistik ve militan destegi saglayarak faaliyetlerine devam etmektedirler.
--Ozkan BOSTANCI

Monday, January 12, 2009

KIM, KIMDEN ÖZÜR DÝLEMELI???

"Bayrak bir ulusun baðýmsýzlýk sembolüdür. Düþmanýn da olsa, saygý duymak gerekir." (1922)
Mustafa Kemal ATATÜRK


Deðerli arkadaþlar,
Yunan, Bulgar, Sýrp halklarý Osmanlýdan baðýmsýzlýðýný alýnca Ermeniler de ayný yolda örgütleniyor. Ermeniler Ýstanbuldan Vana kadar biçok kentte dernekler kurup silahlanýyorlar. Bu arada Osmanlý, Birinci Dünya Savaþýna giriyor. Mart 1915 de Rusya, Doðu Anadoluya giriyor. Rus desteðini alan Ermeniler, 11 Nisan 1915 de Van’da isyan çýkartýp, Osmanlýya karþý BAÐIMSIZLIK SAVAÞINI baþlatýyor.
AB-D ve Rus emperyalizminin kullandýðý ve kýþkýrttýðý Ermeniler, yýllardýr birlikte yaþadýðý Osmanlýyý arkadan vurdular. Bunun üzerine tarihçi Prof. Dr. Ýlber Ortaylýnýn da belirttiði gibi Almanlarýn önerisi ile baþlatýlan ve Osmanlýda ilk kez uygulanan tehcir olayý gerçekleþiyor. Osmanlý Ýmparatorluðunda tehcir olayýnýn 1915 yýlýnda olmasýna ve Osmanlýdan sonra 28 adet ülkenin meydana çýkmasýna karþýn, sadece 1923 yýlýnda kurulmuþ olan Türkiye Cumhuriyeti suçlanmaktadýr. Ancak ikinci dünya harbi sonrasý 1948 yýlýnda hukuksal olarak tanýmlanacak þekilde bir soykýrýmýn olmadýðý da gittikçe ortaya çýkmakta ve belgelenmektedir.

Bu dönemde ise bazý yutttaþlarýmýz, Ermenilerden Osmanlý zamanýnda oluþan tehcir olayý için bir yýl sürecek, bir özür kampanyasý baþlattý. Ermenilerden kendi adlarýna özür dileyenlere anýmsatmamýz gereken birçok olay var. Kendilerini 29 Ekim 1923 yýlýnda kurulan Türkiye Cumhuriyetinin birer vatandaþý olarak kabul ediyorlarsa;
Dünyada, Ermenistandan baþka hangi ülkede komþu ülkenin topraklarýný kendi topraðý gibi kabul edip, bunu anayasasýnda açýkça beyan edildiðini görebiliriz.
Yine anayasalarýnýn 13. maddesinde Ararat diye isimlendirerek yer verdikleri AÐRI daðýmýzý da kendilerine devlet simgesi olarak kabul ettiklerini,
Yüce önderimizin dediði gibi bayrak bir ulusun baðýmsýzlýk sembolüdür. Ona herkesin saygý duymasý gerekir. Ne yazýk ki komþumuz Ermenistanda 24 Nisan 2008 de yapýlan anma törenlerinde kutsal bayraðýmýzýn ayaklar altýna alýnýp ve çiðnendiðini, ancak bardaðý taþýran son damlanýn akþam saatlerinde yaþandýðýný ve akþam devam eden anma gösterilerinde Türk bayraðý ve Azeri bayraklarýnýn yan yana koyularak ateþe verildiðini anýmsatmak isterim.

Bu olay üzerine Cumhurbaþkaný Abdullah Gül, Ermenistan’da soykýrým iddialarý için düzenlenen törende Türk bayraðýnýn ayaklar altýna alýndýðý görüntülerle ilgili olarak, “Bunlar, onlar için utançtýr. Bunu yapanlar için, o ülke için utançtýr. Bunu dünya kamuoyu da takip eder” dedi (26.04.2008-Milliyet)

Ancak bu yorumu yapan Cumhurbaþkaný, ne oldu ve de kimlerin tavsiyesi ile 06 Eylül 2008 de Ermenistan-Türkiye Milli maçýný izlemek üzere utanç ülkesi saydýðý Ermenistanýn baþkenti Erivana gitti ???

Deðerli arkadaþlar,

Dýþiþleri Bakanlýðýmýzda görevli ve canlarý bulunduklarý ülkelere emanet edilen masum 42 tane çok deðerli diplomatýmýzý, 1973 yýlýndan itibaren Ermeni katillerin süikastlerinde kaybettik. Katilleri hala cezalandýrýlmadý, kimse de onlarýn ailesinden ve ülkemizden özür dilemedi !!!

ABD nin yeni Baþkaný Baeack Obamanýn seçim çalýþmalar sýrasýnda soykýrýmý tanýyacaðýna iliþkin verdiði söz aklýmýzdadýr. 36 eyaletinde soykýrýmýn kabul edildiði ABD de önümüzdeki 24 Nisan da ne olacak diye kaygýyla beklemekteyiz. Acaba bu özür dilemenin bir yýl sürecek olmasý, AB-D emperyalizminin organize ettiði ve soykýrýmý tanýma zemininin oluþmasý için hazýrlanan bir projenin ön aþamalarýndan birisi midir???

Çünkü ülkemizde bu süreçte Ermenilerin sözde soykýrým iddialarýný, arkadaþlarý ile birlikte yaptýðý araþtýrmalarla gittikçe çürüten Türk Tarih Kurumu Baþkaný Prof. Dr. Yusuf Hallaçoðlu da görevinden alýndý. ASAM ise daðýlacak aþamaya geldi.

Umarým bu konuda oldukça geç kalýnan loby faaliyetlerimizi ve gerçek verilere dayanan araþtýrmalarýmýzý, en kýsa sürede uluslararasý arenada saðduyu sahiplerinin dikkatine sunabiliriz. Devletimiz, hükümetlerimiz, üniversitelerimiz, STK lar, askeri ve sivil kurumlar bu konuda iþbirliði ve güçbirliði yaparak ülkemizi haklýlýðýný savunmak zorundadýr. Aksi halde güzel ülkemizi bölmek isteyen ve bu dönemde AB-D maskesini kullanan emperyalizm, kötü amacýna ulaþacaktýr.

Sevgi ve saygýlarýmla (26.12.2008).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

NOT:
Talabaninin PKK ya af önerisi ile Devletimizin, Kürtlere bir özür borcu olduðunu içeren Soroz destekli TESEVin raporu da bu dönemde gündeme geldi (24.12.2008-Milliyet). Ne tasadüf deðil mi???

Bu mesaj ve onunla iletilen tum ekler gonderildigi kisi ya da kuruma ozel, gizlilik yukumlulugu tasiyor olabilir. Bu mesaj, hicbir sekilde, herhangi bir amac icin cogaltilamaz, yayinlanamaz ve para karsiligi satilamaz; mesajin yetkili alicisi veya alicisina iletmekten sorumlu kisi degilseniz, mesaj icerigini ya da eklerini kopyalamayiniz, yayinlamayiniz, baska kisilere yonlendirmeyiniz ve mesaji gonderen kisiyi derhal uyararak bu mesaji siliniz. Bu mesajin bilinen viruslere karsi kontrolleri yapilmistir.
ISTANBUL UNIVERSITESI
http://www.istanbul.edu.tr
This message (including any attachments) is intended only for the use of the individual or entity to which it is addressed and may contain information that is non-public, proprietary,privileged, confidential, and exempt from disclosure under applicable law or may constitute as attorney work product.If you are not the intended recipient, you are hereby notified that any use, dissemination, distribution, or copying of this communication is strictly prohibited. If you have received this communication in error, notify us immediately by telephone and (i) destroy this message if a facsimile or (ii) delete this message immediately if this is an electronic communication.
ISTANBUL UNIVERSITY
http://www.istanbul.edu.tr