Saturday, November 20, 2010

Alman fizikci Albert Einstein’in Ataturk'e Mektubu

Cumhuriyet rejiminin henuz on yasinda oldugu gunlerdeki Turkiye ile 83 yasindaki Cumhuriyet Turkiyesi'nin farki :
Alman fizikci Albert Einstein’in Mektubunda belirlenmistir

Dunyanin gelmis gecmis en buyuk dáhilerinden olan Alman fizikci Albert Einstein, 17 Eylul 1933'te Ankara'ya, basbakanliga gonderdigi ve "Sadik hizmetkáriniz olmaktan seref duyuyorum" sozlerinin yeraldigi mektubunda, Hitler'in iktidara gelmesinden sonra Almanya'da calismalarina imkán kalmayan degisik meslek gruplarindan 40 bilim adami icin,Turkiye'den is talebinde bulunuyor.

Einstein'in ricasi Ataturk tarafindan kabul edilmis ve bu bilim adamlarinin tamami Turkiye'ye gelerek Universite Reformu'nda gorev almislardi.

Almanya'da 1932 sonbaharinda yapilan genel secimleri, Adolf Hitler'in Nasyonal Sosyalist Partisi, yani Naziler kazandi ve Hitler, 1933'un 30 Ocak gunu basbakanliga getirildi.

Naziler'in hedeflerinden biri, Yahudiler'in, oncelikle de Almanya'daki Yahudiler'in koklerinin kazinmasiydi. O tarihten birkac sene once baslamis olan Yahudi karsiti hareketler Naziler'in iktidari elde etmelerinden sonra daha da artti ve cok sayida Yahudi, Almanya'yi terketti. Ayrilma hazirligi yapan Yahudiler arasinda dunyanin onde gelen bilim adamlari da vardi ve Albert Einstein da onlardan biriydi.

Berlin Universitesi' nde hocalik yapan ama kisa bir muddet sonra artik ders veremeyecegini farkeden Einstein, 1933 ilkbaharinda Almanya'dan ayrildi, Fransa'ya gecti ve Paris'teki "College de France"da hocalik etmeye basladi.

Bu sirada, Nazi tehdidi altinda bulunan Museviler'in himayesi maksadiyla "Yahudi Nufusu Koruma Gruplari Birligi" ismini tasiyan ve kisa adi "OSE" olan bir kurum olusturulmustu. Birligin merkezi Paris'te idi ve seref baskanligina da Albert Einstein getirilmisti.

Albert Einstein, 1933'un 17 Eylul'unde Ankara'ya iste bu sifatla, yani "OSE'nin seref baskani" olarak bir mektup gonderdi.

Einstein, "Turkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu Baskanligi"na, yani Basbakanliga hitaben son derece nazik bir dille yazdigi mektubunda Almanya'daki bazi kanunlar dolayisiyla cok sayida Alman bilim adaminin mesleklerini icra edemez hále geldiklerini soyluyordu.

Bilim adamlarinin calisabilecekleri bir ulke aradiklarini da anlatan Einstein, 40 kisilik bir uzman listesi hazirladiklarini yaziyor, bu kisilerin hicbir karsilik beklemediklerini anlatiyor ve Turk Hukumeti'nin sozkonusu bilim adamlarini kabul etmesi halinde sadece insani bir faaliyette bulunmus olmakla kalmayacagini, Turkiye'nin bu kabulden buyuk kazanc saglayacagini da ifade ediyordu.Einstein, simdi Basbakanliga bagli olan "Cumhuriyet Arsivi"nde muhafaza edilen 17 Eylul 1933 tarihli mektubunu yazdigi sirada, basbakanlik makaminda İsmet Bey (İnonu) vardi. Belgenin uzerinde yeralan ve İsmet İnonu'nun elyazisiyla olan nottan anlasildigina gore, İnonu, 9 Ekim gunu mektubu "Maarif Vekáleti'ne", yani Milli Egitim Bakanligi'na havale etti. Milli Egitim Bakani, o tarihte Resid Galip Bey idi.Albert Einstein'in mektubunun alt kisminda ve yan tarafinda elyazisiyla uc madde halinde yazilmis bazi notlar bulunuyor.

Resit Galip Bey'e ait bu notlarda gecen "Teklif, mevzuat-i kanuniyemizle ...degildir" , "Bunlari bugunku seráite (sartlara) gore kabule imkán yoktur" seklindeki ifadelerden, teklifin bakanlik tarafindan ilk asamada kabul edilmedigi anlasiliyor.

Ancak, Turkiye'nin bu tarihten hemen sonra 40'tan fazla Alman bilim adamini davet edip universitelerde gorevlendirmesi ve Universite Reformu'nun da bu sirada yapilmasi, Milli Egitim'in karsi ciktigi teklifin kabulunde cok daha yuksek bir makamin, yani bizzat Reisicumhur Mustafa Kemal'in devreye girmesinin etkili oldugunu dusunduruyor.

Bu konudaki bir diger kanit da, Princeton Universitesi' nde 1949 yilinda Einstein ile gorusen İstanbul Teknik Universitesi' nin emekli hocalarindan Prof. Dr. Munir Ulgur'un gectigimiz hafta Cumhuriyet Gazetesi'nin Bilim Teknoloji Dergisi'ne yaptigi aciklama.

Prof.Munir Ulgur, aciklamasinda Einstein'in gorusme sirasinda Ataturk'u kastederek :

"Dunyanin en buyuk liderine sahipsiniz. 1933'teki universite reformunuz sirasinda beni de ulkenize davet etmisti"
dedigini naklediyor.

Bu ifadeler, Alman bilim adamlarinin Turkiye'ye dogrudan dogruya Ataturk'un talimatiyla gelmis olduklarini gostermektedir.

Albert Einstein'in 73 seneden buyana arsivimizde durmasina ragmen kimselerin farketmedigi bu mektubunu bulma serefi, dostum Mesut İlgim'a ait.

Uzun seneler devam eden profesyonel yoneticilik faaliyetinden sonra emeklilik gunlerini arastirmacilikla geciren Mesut Bey, simdi Hitler'den kacarak İstanbul'a gelen profesorlerden olan maliyeci Fritz Neumark'in Turkiye gunlerini anlattigi "Bogazici'ne Siginanlar" isimli eserini Almanca'dan Turkce'ye cevirmekle mesgul.

Mesut İlgim, Einstein'in mektubunu daha once de yayinlanan ama az sayida basilan bu hatiralardan hareketle, genis bir arastirma yapmaya basladigi sirada bulmus. iste, Cumhuriyet rejiminin henuz on yasinda oldugu gunlerdeki Turkiye ile 83 yasindaki Cumhuriyet Turkiyesi'nin arasindaki fark... ilki, Einstein'in dostlari icin is talebinde bulundugu, buyuk gelecek vaadeden genc bir devlet; Digeri ise gundemini sadece kadinlara mahsus parklarin, cuppeli namazlarin yahut kadin eli sikmanin gunah olup olmadiginin tartisilir hále getirildigi bir ulke...

Einstein, Ataturk'un davetini bir Turk bilim adamina aciklamistiALBERT Einstein ile gorusen az sayidaki Turk bilim adamlarindan biri, İstanbul Teknik Universitesi' nin elektrik-elektronik bolumunun emekli hocalarindan olan Prof. Dr. Munir Ulgur idi. Profesor Ulgur, Einstein ile 1949 yilinda, Birlesik Amerika'daki Princeton Universitesi' nde biraraya gelmisti.

Prof. Munir Ulgur, Cumhuriyet Gazetesi'nin Bilim Teknoloji Dergisi'ne gectigimiz gunlerde verdigi mulákatta, Einstein'in 1933 yilindaki Universite Reformu sirasinda Ataturk tarafindan Turkiye'ye davet edildigini soyledigini anlatmisti. Einstein, bundan 57 sene onceki gorusme sirasinda Ulgur'e "Biliyor musunuz, dunyanin en buyuk liderine sahipsiniz" demis ve daveti kabul etmemesinin sebebini de "İmkánlar cok fazla oldugu icin burayi tercih ettim" sozleriyle aciklamisti.

Mektup söyle :'
Ben, sadik hizmetkáriniz Prof. Albert Einstein'"Ekselánslari,'OSE' Dunya Birligi'nin seref baskani olarak, Almanya'dan 40 profesorle doktorun bilimsel ve tibbi calismalarina Turkiye'de devam etmelerine musaade vermeniz icin basvuruda bulunmayiekselanslarindan rica ediyorum.
Sozu edilen kisiler, Almanya'da halen yururlukte olan yasalar nedeniyle mesleklerini icra edememektedirler.
Cogu genis tecrube, bilgi ve ilmi liyakat sahibi bulunan bu kisiler, yeni bir ulkede yasadiklari takdirde son derece faydali olacaklarini ispat edebilirler.Ekselanslarindan ulkenizde yerlesmeleri ve calismalarina devam etmeleri icin izin vermeniz konusunda basvuruda bulundugumuz tecrube sahibi uzman ve seckin akademisyen olan bu 40 kisi, birligimize yapilan cok sayida basvuru arasindan secilmislerdir.
Bu ilim adamlari, bir yil muddetle, hukumetinizin talimatlari dogrultusunda kurumlarinizin herhangi birinde bir yil boyunca hicbir karsilik beklemeden calismayi arzu etmektedirler.Bu basvuruya destek vermek maksadiyla, hukumetinizin talebi kabul etmesi halinde sadece yuksek seviyede bir insani faaliyette bulunmus olmakla kalmayacagi, bunun ulkenize de ayrica kazanc getirecegi umidimi ifade etme curetini buluyorum.
Ekselanslarinin sadik hizmetkari olmaktan seref duyan,

Prof. Albert Einstein"

********
MuratBardakci / Hurriyet ..

Sunday, October 17, 2010

Kitap: Sorularla Ermeni Meselesi

Ahmed Akgündüz
Osmanlı Araştırma Vakfı
Fiyatı : 27,00 TL
ilknokta : 21,60 TL
% 20 indirim

Mayıs 2008, ISBN: 9757268383
Temin süresi: 1-3 iş günü

Ermeni Meselesi, neredeyse bir buçuk asır önce kucağımızda bulduğumuz, bugüne kadar da taşımak zorunda olduğumuz bir meseledir. Muhataplarının dışında pişirilen ve geliştirilen bu mesele, bin yıldır birbirine el kaldırmamış iki milleti bıçak sırtı gibi ikiye ayırmış, sönmeyen bir kin ve düşmanlık ateşini yakmıştır.

Bu eserin telif edilmesi, çok önemli sebeplere dayanmaktadır.

En önemlisi ve birincisi.
Ermeni meselesinin bir Müslüman Devlet olan Osmanlı devletindeki hukuk sistemi yani İslam Hukuku açısından değerlendirilmesidir.

İkincisi, olayların ve problemlerin soru ve cevap şeklinde takdim edilmesidir.

Üçüncüsü, sadece Batı kaynakları değil, sadece bizim arşiv kaynakları da değil, her ikisinin de nazara alınarak ve İslâmî ilimlere dair kaynaklar da ihmal edilmeyerek tahlili bir metot izlenmesidir.

Teshillerimize göre, Ermeni meselesi, İslam âleminde ve Gayr-i Müslim dünyada yeterince bilinmemekte veya yanlış bilinmektedir; Avrupa ve Amerika'daki Türk nesilleri tarafından maalesef bilinmemektedir, Türkiye'de ise özellikle İslâmî yönü itibariyle ele alınmamıştır ve nihayet bilim adamlarının birçoğu dahi hukuki ve islami tahlilleri açısından bilmemektedirler.

Bu eserin telifi bütün bu bilinmezliklere ışık tutmak amacını taşımaktadır.

Bu eser, Ermeniler ve Ermeni Meselesi hakkında soru-cevap tarzında hazırlanmıştır.

Ermenilerin tarihleri, kökenleri, Bizans, İlk dönem Müslümanlar ve Selçuklularla ilişkiler ve daha sonra da geniş bir şekilde Osmanlı döneminde Ermenilerin siyasi, kültürel, ekonomik hayatları anlatılmaktadır.

Eserde tehcir meselesi üzerinde genişçe durulmuş, tehcirin İslam Hukukunda yeri ve Hz. Peygamberin Yahudileri tehcirine yer verilmiştir. Eser 17 bölümde 181 sorunun cevabını vermektedir." Sayfa: 471

http://www.ilknokta.com/urun/49780/Sorularla-Ermeni-Meselesi.html

Wednesday, October 6, 2010

Tarihçi Lewy’den 2015 uyarısı
ELÇİN POYRAZLAR

WASHINGTON - Ermenilerin soykırım tezlerine karşı çıkan ABD’li siyaset bilimciGuenter Lewy 1915 olaylarının yüzüncü yılı olan 2015 yılı konusunda Türkiye’yi uyardı. 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelemediği için Southern Poverty Law Center isimli sivil haklar örgütü tarafından“Türk ajanı” olmak ve Türkiye’den para almakla suçlanan Lewy, kuruluşa açtığı davanın lehine sonuçlanmasının ardından Washington’da bir basın toplantısı düzenledi. Lewy, Ermeni tezlerine karşı mücadelede ilerleme sağlanmasına karşın yapılması gereken daha çok iş olduğunu ifade etti.

Ermenilerin tezlerine karşı mücadelenin henüz kaybedilmediğini belirten Lewy,“Ancak yaklaşmakta olan 2015 yılına uzanan süreçte zorluklar bulunuyor ve o yılda olabileceklere ilişkin kaygılarım var”diye konuştu. ABD’de Ermeniler ve yakın çevrelerinin kendisine “soykırım inkârcısı” gibi isimler taktığını bunları umursamadığını ancak “Türk ajanı”suçlamalarının ardından dava açmaya karar verdiğini söyleyen Lewy, bu tür suçlamaların ABD’de “gözünü korkutma havasının” bir parçası olduğunu ifade etti. Lewy, “Yabancı bir ülkenin ajanı suçlamasıyla karşılaşmadan, belli sağduyu içinde fikirleri ifade edebilmek mümkün olmalı” dedi.
Birçok tarihçinin de “soykırım”nitelemesini sorguladığına dikkati çeken Lewy, Türkiye ve Ortadoğu üzerine çalışan tarihçilerin 1915 olaylarına yönelik görüşlerini dile getirebilecekleri bir anket yapılması durumunda tarihçilerin büyük çoğunluğunun “soykırım” tanımını sorgulayacağına inandığını ifade etti.

Friday, June 11, 2010

Türk Kafkas İslam Ordusu ve Ermeniler (1918)”

Yiğit Bulut

Ermenilerle ilişkilerde “tarihi gerçekleri” sorgularken özellikle önümüzdeki günlerde “referans” olarak kullanabileceğimiz “Türk Kafkas İslam Ordusu ve Ermeniler (1918)” isimli çalışmadan bahsetmek istiyorum...
Çalışmayı yapan Dr. Mustafa Görüryılmaz, arşivlerden çıkardığı gerçek belgeleri kullanılmış ve özellikle çok çarpıcı “gerçeklere” veriler eşliğinde ulaşmış.

Kitaptan alıntılar:
“...Rusya Komiserler Heyeti Başkanı Lenin ile Milletler Komiseri Stalin tarafından, Şaumyan’a Güney Kafkaslar ve Doğu Anadolu’nun geleceğine ilişkin çalışmalarda bulunma yetkisi verildi. Bu kararnameye göre, Şaumyan’a verilen başlıca görev, Rus ordusunun işgali altında bulunan Doğu Anadolu topraklarında da Sovyet Rusya’nın himayesinde bir ‘Ermenistan Devleti’ kurmaktı...”

“...Azerbaycan Atatürk Merkezi Başkanı Prof. Dr. Nizami Caferov gelişmeleri şöyle özetlemişti: Azerbaycan’ın o tarihlerde Türk ordusunun yardımına büyük ihtiyacı bulunuyordu. Azerbaycan’ı savunacak başka bir gücü tasavvur etmek mümkün değildi. Şunu da nazara almak gerekir ki, Azerbaycan büyük baskılarla karşı karşıya kalmış, her taraftan muhasara altına alınmıştı. Bir taraftan tamamıyla vahşileşmiş, şahsiyetini kaybetmiş Rus Bolşevik Kızıl Ordusu, öbür taraftan yeni emperyalist emellerle giderek Kafkaslar’a gelen İngiliz askerleri, başka bir taraftan ayrı iddialarla bölgede Ermeni devleti kurmak için harekete geçen Ermeniler, Azerbaycan üzerinde hesaplar yapıyorlardı...”

“...Bolşevikler ve Ermeniler, Abşeron yarımadasındaki zengin petrol yataklarını tamamen ele geçirmek için Türkleri bölgeden uzaklaştırmak istiyorlardı. Türkiye ve Avrupa cephesinden Kafkaslar’a dönen Ermeni asıllı Rus askerlerini de Bakü’de topluyorlardı. Petrol yataklarına sahip olmanın yanı sıra, Şaumyan’ın bir başka düşüncesi de Hazar Denizi ile Karadeniz ve Akdeniz’e kıyısı olan Büyük Ermenistan tasavvurunu hayata geçirebilmekti...”

“...Azerbaycan’ın yetiştirdiği önemli aydınlardan Nesiman Yakuplu, 1918 tarihinde Bakü’ye hâkim olan Bolşevikler ve onların yönetimlerinin düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyor: Kızıl Şef Şaumyan, Bakü ve çevresinde yapılan katliamdan sonra Lenin’e gönderdiği telgraflarda, Bakü’nün Türklerden tamamen temizlendiğini ve bir daha şehre girmelerinin önlendiğini belirtmişti.
Bu haberleşmeler de gösteriyor ki Bolşevik Rus ve Ermeniler, Bakü petrollerini ele geçirebilmek için bölgede yaşayan Türklerin yok edilmesi gerektiğine inanmışlardı... Türklere karşı yapılan katliamı, sosyalist devrime karşı çıkan bazı gruplarla yapılan kanlı çatışma olarak görüyorlardı. Bu tamamen yanlış ve gerçeklerle ilgisi bulunmayan bir göz boyamadan ibaretti.”

“...Bugünkü Ermenistan topraklarında ise Türklere yönelik büyük bir katliam başlıyordu. Gökçe Göl çevresi ile Erivan, Şuşa ve Zengezur’da yaşayan Türkler savunmasız bir durumdaydılar. Ermeni çeteleri, bu bölgelerdeki Türk köylerinden iki yüz yirmi kadarını kısa sürede haritadan sildi ve halkın tamamını katletti...
Ermeni çetelerin Erivan çevresinde binlerce Türk’ü öldürdüğü de bilim çevreleri tarafından ifade edilmektedir. Bu katliam karşısında yaklaşık 350 bin Türk, evini ve yuvasını terk ederek, canını zor kurtarmıştı.
Ermeni katliamı Karabağ bölgesinde de sürmüş, ancak Gence ve çevresindeki kasaba ve köylerde Türkler çoğunlukta olduğu için Ermeni saldırılarını püskürtmeyi başarmışlardı...”

Thursday, April 29, 2010

1915 ERMENİ OLAYLARIYLA İLGİLİ FRANSIZ TARİHÇİ FRANSA'DA HUKUK SAVAŞI KAZANDI
28 Nisan 2010 ÇarşambaErmeni tezleri çizgisi dışında 1915 olayları hakkında değişik düşüncelerin konuşulmasına ve tartışılmasına “gizli 301” ile pek müsaade etmeyen Fransa'da önemli bir hukuk savaşı kazanıldı.Türk kelimesine bile tahammül edemeyen ve 30 seneyi aşkın süredir istediğini söyleyen, 1915 olaylarını 2. dünya savaşında Yahudilerin yaşadıkları soykırım ile karşılaştırabilen Ermeni diasporası bu sefer sert kayaya çarptı.23 yaşındaki Fransız genç tarihçi Maxime Gauin'a bir internet sitesinde 1915 olaylarında gerçekleri anlatmak için yazdığı yazı yüzünden “nazi”, “Yahudileri ölüm kamplarına göndermek için toplayan Fransız milisi” ve gene sadece Yahudi soykırımı için kullanılabilen ve Fransız hukukuna göre suç sayılan “inkarcı” benzetmesini yapan Fransa'nın Lyon şehri Villeurbanne banliyösü belediye meclis üyesi ve Villeurbanne Daşnaksutyun ile Federation revolutionnaire Arménienne (Ermeni devrimci federasyonu) bölge yöneticisi Movses Nişanyan, yaptığı benzetme ve hakaretler yüzünden Lyon mahkemesi tarafından 500 euro para cezasına çarptırıldı.Genç tarihçi Maxime Gauin, Movses Nişanyan'a Lyon ceza mahkemesi nezninde hakaret davası açmıştı. Ancak ilk duruşma kararı verilirken teknik bir hatayı gerekçe olarak kullanarak Movses Nişanyan'a bir ceza vermek istemeyen mahkeme heyeti, buna benzer bir konuda daha önce mahkemeler tarafından karar verildiği yolunda yapılan ikazlar sonucu karar aşamasını bugüne bırakmıştı.Fransa'da geçerli olan kanunlar ışığında, Lyon ceza mahkemesi Movses Nişanyan'ı Maxime Gauin'a 500 euro tazminat vermeye mahkum etti.Verilen bu tarihi karar Fransa'da bir “ilk” oluşturuyor, çok kolay bir şekilde Türklere nazi benzetmesi yapan Ermeni diasporası ilk defa bu benzetmeleri yüzünden mahkum edildi, bu sayede Fransa'da bulunan Türk derneklerine de, “inkarcı”, “nazi” gibi hakarete uğramaları durumunda mahkemede dava etme yolu açılmış oldu.Engin Akgürbüz/ LYON, (DHA)

-- =================================

Bir ulus kendi içindeki aptal ve hatta muhteri olanlarla baş edebilir.Fakat içersindeki satılmış ve hainlerle yaşayabilmesi olanaksızdır. Sınırları zorlayan düşman silah ve alemlerini açıkta taşıdığı için daha az tehlikelidir.Fakat bir hain, hain gibi görünmez, kurbanları ile aynı aksanda konuşur,onların çehresine bürünür ve onların argümanlarını kullanarak ulusun politik yapısına nüfuz eder, bütün kapılardan serbestçe geçer, sesi en üst düzey hükümet koridorlarında duyulur, ulusun ruhunu çürütür.Politik yapıya her türlü hastalık bulaştırarak yaşam gücünü elinden alır.Bir katil daha az korkuludur.
Marcus Tullius Cicero(M.Ö.106-M.Ö.43),================================

Sunday, April 11, 2010

Şenocak Yayınlarından Çıkan "TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ
(Yabancı BelgelerIşığında) DÜNÜ BU GÜNÜ"
adlı kitabın, 19-26. sayfaları arasında yeralan "İzmir Yangını" bölümü.GİRİŞPARLAYAN YILDIZ İZMİR.........................

Levant'ın Başşehri İzmirİzmir Sigortaları İtfaiye Şefi Paul Greskoviç'in RaporuFransız Illustration Gazetesi Muhabirleri G. Ercole'ün HaberiYakın Doğu'ya Yardım Örgütü Temsilcisi Mark O. Prentiss'in Raporu'Le Levant' Gazetesi'nin Araştırmasıİzmir Yangını ve Mustafa KemalPARLAYAN YILDIZ İZMİR
Levant'ın Başşehri İzmir
Binlerce yıllık İzmir'in geçmişini ve güzelliğini yapılangravürlerden ve çekilen fotoğraflardan üzülmeden izleyemeyiz.Strabon[1] İzmir için 'dünyanın en güzel şehridir' derken, Homeros,[2]'Gök kubbenin altında en güzel şehir' ifadesini kullanmıştır.Aristo'nun,[3] Büyük İskender'e[4]
'Görmezsen eksik kalırsın' dediğiİzmir'e gezginler; 'Levant'ın başşehri', 'Levant'ın incisi' ve'Anadolu kıyılarının Marsilya'sı' gibi birçok övücü tanımlarkullanmıştır.
[5]
15 Mayıs 1919 günü, emperyalist ülkelerin bir işaretiyleİzmir Yunan işgaline uğrarken, yaşanan acıları önce İzmir ve sonra datüm Anadolu halkı tatmıştır. Yaklaşık üç yıl süren Yunan işgalininAnadolu'da bıraktığı acılar ve izler, aradan doksan yıl geçmesinerağmen hâlâ bellektedir. İşgalin sebep ve sonuçlarını bir dahayazılmaması umuduyla tarih kitaplarında görebiliriz.

Yunanlılar, işgal ettikleri Anadolu topraklarından geriçekilirken, acaba Anadolu'da neler yapmışlardı ve yaşananlar nelerdi?Ege Bölgesi'nde Kula ve Akhisar dışında her yeri yakan Yunanlılar, 9Eylül 1922 tarihinde İzmir'den ayrılırken, bu kenti 'Bana yar olmayanıkimseye yar etmem' düşüncesiyle mi yakmışlardı?
13 Eylül 1922 günü başlayan ve dört gün süren İzmir yangını,yaklaşık olarak Levantenlere ait 25.000 konutu yok etmiştir. Yaklaşıküçte ikisi yanan İzmir'in bu yangınla sadece coğrafi kimliği zarargörmemiş, ticari ve sosyal hayatı da değişmiştir. İzmir yangınınıkimlerin çıkardığı konusunda birçok varsayımlar bulunmaktadır. Bukitabın yabancı belgelere ve Atatürk'ün sözlerine yer verilerekhazırlanmış olması, İzmir yangınına da aynı çerçeveden bakmamızıgerektirmiştir.İzmir Sigortaları İtfaiye Şefi Paul Greskoviç'in Raporu
Bu konuda bakılabilecek en önemli kanıtlardan biri o döneminİzmir Sigorta Şirketi'nin İtfaiye Müdürü Paul Greskoviç'e aitrapordur. Büyük Taarruz başladığı anda, Yunan subay ve askerlerininağızlarından; 'İzmir'i Türklere bırakmaya mecbur kalırsak yakacağız'şeklinde sözler duyduğunu ifade eden Greskoviç, raporunda şunlarıanlatıyor:
"11/12 Eylül gece yarısından bir saat sonra ErmeniMahallesi'nde yangın çıktığını haber verdiler. İtfaiye erleriyleyangın yerine hareket edip, Rum Hastanesi'ni geçerken 120-150 kadarçoluk çocuk ve kadın acı acı bağırıyorlardı. 'Niçin bağırıyorsunuz?'diye sordum; 'Ermeniler bizi yaktılar, Seyis Hanı içerisindeoturuyoruz' dediler. Bunlar Rumlardı.
Bu insanların; Ermeni evlerinebitişik oturduklarını ve Ermenilerin duvardan bir delik açtıklarını vedelikten çokça gaz dökerek evi ateşlediklerini söylediler. Bunlarısabaha kadar çıkmaz sokak içinde muhafaza ettim. Ve sabahleyindevriyeye teslim ettim. 13 Eylül saat 10.30'da Ermeni Mahallesi'nde ateş görüldüğünühaber verdiler. İtfaiye ile birlikte giderken Ermeni Kilisesi'nden 50metre mesafede bir Ermeni evinin yandığını gördüm. Evin alt katındanşiddetli bir ateş çıkıyordu. Mecburi biraz geriye gittim ve etrafayayılmaması için söndürmeye uğraşırken, Ermeni Kilisesinde yangınçıktığının haberini verdiler."
Ekibiyle buraya giden Greskoviç, gördüğü manzarayı raporundaşöyle yazıyor:
"Kilisenin binalarında ateş yoktu. Yalnız küçük bir binacivarında, bahçede 200 kadar üzerine yağ dökülmüş eşya balyası ilepaçavralar bir yere toplanmış, üzerine de 200 kadar tüfek ve çokça dacephane konmuştu. Ateş de bunların arasından çıkıyordu. Aynı zamandaateş içerisinde devamlı patlamalar oluyordu..."
Greskoviç, raporunun devamında İzmir yangınını şöyle anlatır:
"Biz yangını söndürmeye çalışırken, Ermeniler ateş ediyor veatılan mermiler yangın tulumbalarına isabet ederek zararveriyordu."[6]Fransız Illustration Gazetesi Muhabirleri G. Ercole'ün Haberi
30 Eylül 1922 tarihli 'Fransız Illustration' gazetesininnüshasında, İzmir yangınına ait en erken haberlerden birine rastlarız.Gazetedeki bu haber, 14 Eylül 1922 tarihli G. Ercole adındaki muhabireaittir. Haberin içeriği şöyledir:
"Öğleden sonra saat ikiye doğru Ermeni Mahallesi üzerindenbir duman bulutu yükseliyordu. Bununla birlikte, bu yangıngenişlemiyor ve sönme eğilimi gözüküyor. Buna rağmen kaçmak isteyen,paniğe kapılmış insanlar rıhtımda toplanıyor. Bir Amerikan vapuru, ABDkonsolosluğu önünde, hareket etmek zorunda, çünkü insanlar o vapurabinmek için kendilerini denize atıyor.
O anda yine ErmeniMahallesi'nde, daha önemli iki yangın başlıyor.
Durum ciddileşiyor,çünkü güneyden gelen rüzgâr artıyor ve alevler Avrupa Mahallesi'ne[7]doğru ilerliyor. Silah sesleri geliyor, el bombaları patlıyor. Türkişgali altında yaşamaktansa ölmeye karar vermiş olan Ermeniler,evlerinde yangın çıkardılar ve Türk askerleriyle savaşmaya başladılar.Cephanelik korkunç bir gürültüyle infilak ediyor. Saat akşamın dokuzu;biz farkına varmadan gündüzden geceye geçtik. Gökyüzü geniş bir ateşbulutuna dönmüştü."[8]Yakın Doğu'ya Yardım Örgütü Temsilcisi Mark O. Prentiss'in Raporu
8 Eylül 1922 tarihinde Amerikan savaş gemisi 'Lawrence' ileİzmir'e gelen Mark O. Prentiss, İstanbul'daki Amerikan AmiraliBristol'e İzmir yangınıyla ilgili rapor hazırlamıştır. Yangını Türklerdeğil, Ermeniler ve Yunanlılar başlattı diyen Prentiss, raporundaşunları yazmıştır:

"Öyle görünüyor ki, Amerika'da hemen herkes İzmir'dekişiddete son bir trajedi olarak eklenen yangının Türklerinsorumluluğunda olduğuna inanmaktadır. Üst düzey önem taşıdığıkabullenilen böylesine bir suçlama Türklerin üzerine atılamaz. İzmir,doğu savaşında ele geçirilen en büyük ödüllerden biriydi. Halkın veordunun acil gereksinimi için kullanılan depolar evlerdi. Bunlarıneden yaksınlar?
Bu genel bilginin öğesi olarak diğer yandan Ermeni ve Rumlarbu bölgenin nefret ettikleri düşmanın eline geçmesine izin vermediler.Yangından birkaç gün önce İzmir'de bulunan bir rapora göre örgütlenmişgenç bir Ermeni grubu, eğer şehir Türklerin eline geçerse şehriyakmaya ant içmişlerdi. Ermeniler bu planı gerçekleştirebilmek içinyeteri kadar hazırlık yapmışlardı."[9]'Le Levant' Gazetesi'nin Araştırması
Mehmet Sırrı ve Michelle Camberes'in sahibi olduğu İzmir'deFransızca olarak yayınlanan 'Le Levant' gazetesinin 21 Eylül 1922tarihli İzmir yangınıyla ilgili haberi:
"İzmir yangınının Ermeniler tarafından provoke edildiğinidaha önce bildirmiştik, şimdi resmi açıklamalar, bu haberimizidoğruluyor" sözleriyle başlıyordu. Haberin devamı şöyledir: "Ermeni Kilisesi'ne yaklaşık 100 metre uzaklıkta bir Ermenievinde ilk yangın görüldü. Bu ilk girişim, itfaiyecilerin çabalarıylaengellendi. Birkaç saat sonra kilise çevresinde patlayıcı maddelerateş almıştı. Yangın, eş zamanlı olarak Basmane'deki veSoğukçeşme'deki Ermeni evlerinde başladı ve art arda Ayavukla'da,Ayaparaskeri'de ve Kireçağırı Mahallesi'ndeki Ermeni evlerinde çıktı.Yangından önce bütün Ermeni evleri kapalıydı ve herhangi bir hayatbelirtisi yoktu. Yangınla birlikte Ermeniler silahlı olarak evlerindençıktılar. Hatta Ayavukla mahallesinde bir Ermeni'nin kendi evini ateşevererek çıktığı görüldü. Birçok evde yangını körükleyen paçavraparçalarına rastlandı. Bu mahallelerde yaşayan Ermeniler, aynı zamandayangını söndürmek isteyen itfaiye erlerine ateş etmeye başladı.
Ermenimahallelerinde ve çarşıda bomba atan Ermeniler görüldü vetutuklandılar. Darağaç'ta Yordani Aleksiyati adlı bir Rum, eviniyakarken yakalandı. Kendisine bunu yapması için bir Rum görevlitarafından para verildiğini itiraf etti. Anadolu'daki Ermenialaylarını örgütleyen meşhur Trukom, Yunanlılara İzmir'i terk etmedenönce şöyle seslenmişti; 'Siz İzmir'i Türklere bırakarak kaçın. Bizancak öldükten sonra İzmir'i onlara teslim edeceğiz.' Gerçekten deİzmir'i yakmak için burada bir Ermeni komitesi kurulduğuanlaşılıyor."[10]
Araştırmacı Selehattin Sert'in 'Haçin Ölüm Kampı' adlı kitabında:
"Antranik'in yanında Van Vali yardımcılığında bulunan, Van veHaçin'deki ünlü Türk katliamcısı Aram (Manukyan) Çavuş, bölgeyi yakıpyıktıktan sonra, yine bir ağır yenilgiyle, 1920 Ekim ayı sonundaçetesiyle İzmir'e gelir. 13 Eylül 1922 tarihinde İzmir'i kül eden,Büyük İzmir Yangını'nın planlayıcısı da Kars'ı, Haçin ve Sis'i yakanbu Torkom ve ekibiydi. Aram Çavuş, Aşot, Kirkor gibi, kendisine kâhçavuş, kâh miralay, kâh vali, kâh papaz, kâh öğretmen unvanlarıylaortaya çıkan sahte kimlikli katillerin son marifetleriydi"denilmektedir.[11]İzmir Yangını ve Mustafa Kemal Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa, 15 Eylül 1922 tarihindeFransız Amirali Dumesnil ile İzmir Göztepe'deki Uşakizade Köşkü'ndeuzun bir görüşme yapmıştır.
Amiral Dumesnil'in İzmir yangınıyla ilgili Gazi Mustafa KemalPaşa'ya sorduğu soru şöyledir: "Yangın çıkaranların Türkler olduğuna dair şehirdesöylentiler dolaşıyor. Birçok kişi Türklerin ateşe gaz döktüklerinigördüklerini birtakım detaylarıyla birlikte anlatıyorlar.
Ben derhalkurmay heyetimin subayları tarafından araştırma yaptırdım. Yapılan buaraştırmada dolaşan söylentiler doğrulanmadı. Fakat söylentilerdolaşmaya devam etmektedir. Söylendiğine göre İngiliz AmiraliTürklerin yangından sorumlu olduğuna inanıyor." Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın yanıtı şöyledir:
"İzmir'de daha bizim işgalimizden önce bir teşkilatınbulunduğunu ve bunun gayesinin yangını hazırlamak olduğunu biliyoruz."
Amiral Dumesnil'in bir başka sorusu ise şöyleydi: "Bana kalırsa Türkler İzmir'i isteyerek yakmış olmalarıkonusunda suçlanamaz. Bu çok manasız bir şey olur. Fakat Türklerin,davalarının yararı için bu yangın konusunda yerleşmekte olan buefsaneyi derhal düzeltmemiz gerekir. Bu konudaki bilgileri besleyecekkanıtların bana verilmesi bu bakımdan önemli bir çözümdür. İkinciolarak çeşitli memleketlerin resmi delegelerinin yapılacaksoruşturmada hazır bulunmalarını teklif etmek, inancıma göre dahauygun bir hareket olur."
Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın bu teklife yanıtı şöyledir:
"Ben yabancı temsilciliklere buraya gelmeleri için tek başımaçağrı yapamam. Bunun için Ankara Hükümeti'nin izni gerekir."
Amiral Dumesnil'in diğer bir sorusu ise: "
Fakat şimdi delil olarak elinizde ne varsa banaverebilirsiniz değil mi?" olmuştur. Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Amiral Dumesnil'e yanıtı şöyleydi: "Yangın çıkarmak üzere bir teşkilatın kurulmuş olduğunubiliyorduk. Hatta Ermeni kadınlarının üstünde ateş tutuşturmak içinmalzeme ele geçirdik. Birçok kundakçıyı tutukladık. Gelişimizden öncekiliselerde yangın çıkarmayı kutsal bir görev gibi gösteren nutuklaratılmıştır."
Amiral Dumesnil'in son sorusu ise şöyledir:
"Sizin bu anlatımınızı resmi bir görüş olarak kabul edebilirve o şekilde gereken yerlere iletebilir miyiz?"
Gazi Mustafa Kemal Paşa bu soruyu:
"Evet, bu yangın hoş olmayan bir olaydır" diye yanıtlamıştır.[12]
Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Amiral Dumesil ileHamit Bey'e 17 Eylül 1922 tarihinde gönderdiği telgraf aşağıdadır:
"İzmir yangını hakkında açıklama aşağıdadır. Ordumuz İzmir'iher türlü kazadan korumak için şehre girmeden evvel önlemleralınmıştır. Ancak Yunanlılar ve Ermeniler daha evvel kurduklarıteşkilatlarıyla İzmir'i tamamen yakmayı planlamışlardı. KiliselerleHrisostomos'un vermiş olduğu nutuk (Müslümanlar tarafındanişitilmiştir), İzmir'i yakmak isteyenlerce dini bir vazife olarakalgılanmıştır. Yangın bu teşkilat tarafından çıkarılmıştır. Bunukanıtlayan birçok şahit ve belgeler vardır. Askerlerimiz yangınısöndürmek için bütün güçleriyle çalışmışlardır. Yangını askerlerimizemal eden ve iftira edenler, İzmir'de durumu yerinde görebilirler.Yalnız böyle bir iş için resmi soruşturma söz konusu olamaz. Şu andaburada bulunan her milletten gazeteciler zaten bu vazifeyiyapmaktadırlar. Hıristiyan ahali hakkında gereği yapılmakta vegöçmenler yerlerine gönderilmektedir."[13]
7 Mart 1920 günü, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'dakiİtilaf Devletleri Temsilcisi Amiral Bristol'e, gazetelere vekolordulara gönderdiği İzmir ve Ermeni konulu mektubunda:
"İzmir'de yapıldığı gibi bir uydurma Ermeni katliamıyla, tümdünyayı aldatmak için yaratılan bu kin ve hırs ürünü propagandalarınniteliği hakkında, uygarlık ve insanlık dünyasının bir kere dahaaydınlatılması gerekir. Bu suretle haksızlığa uğramış Türk ulusununiğrenç ve alçakça bir suçlamadan arındırılması için İtilafDevletleriyle Amerika Hükümetinin adalet severlik duygularınabaşvururuz" demiştir.[14]
Dünyanın yıldızı güzel İzmir'i yakan Ermeni çetecilerinintorunlarından, dedelerinin İzmir'e nasıl kıydıklarının hesabınısormayı hiçbir Türk istemez. 1071'den sonra Anadolu'da Türklerletanışan Ermenilerin 800 yıl nasıl dost yaşadıklarını onlara anımsatmakistiyoruz. Dünya üzerinde Türk Ermeni dostluğunun tekrar başlamasıiçin, Anadolu'daki yaşanan Türk-Ermeni ilişkisinin '1071-2008' arasınıtarafların çok iyi bilmesi gerekir.

ÖNSÖZ Türk Devlet Arşivleri'nde yaklaşık bir milyona yakın Ermenitemalı belgenin var olduğunu ve tüm araştırmacılara açık olduğunubiliyorum. Bazı yabancı araştırmacılar tarafından bu arşivlerdenyeteri kadar faydalanıldığı halde, Türk-Ermeni ilişkisine katkıkoymadıklarını üzülerek görüyorum. Bunun yanında, Türk-Ermenidostluğundan ve dünya barışından yana olan yabancı araştırmacıların davar olduğunu biliyorum. Bu nedenle uzun yıllar yabancı kaynaklı Ermenibelgelerini ve yapılan araştırmaları biriktirdim. 24 Nisan 2005 tarihinde, bu belgelerden yararlanarakAtatürkçü Düşünce Derneği Ödemiş Şubesi'nce 'Sözde Ermeni SoykırımınınGerçek Yüzü' adlı ilk kitabım basılmıştır. Beş baskı yapan bu kitap,aldığım övgülerle beni daha ileri araştırma yapmaya götürmüştür.
2006 yılında basılan 'Yabancı Kaynaklarda Türk-Ermeniİlişkileri' (1071-2006) adlı ikinci kitabımda ise, toplam 414 yabancıbelgeye yer verdim. Her iki kitabımın ana teması; 1071'lerden bugüneTürk ve Ermeni ilişkilerinin evrelerini yabancı belgelerleyansıtmaktı.
'Türk Ermeni İlişkileri' (Yabancı Belgeler Işığında, DünüBugünü) adlı üçüncü kitabıma 524 yabancı belgeyi aldım. Atatürk'ünMilli Mücadele sırasında Anadolu'da yaşanan Ermeni olaylarına verdiğitepkilere ait 81, Türk yazarlarına ait 11 ve devlet arşivlerinden 2adet olmak üzere toplam 94 adet Türk belgesi de kitabımda yer aldı.
Yabancı belgeler içeren kitabımda, olayları yaşayan yabancıaskerlerin, devlet adamlarının ve tarihçilerin o güne ait tespitlerineyer verilmiştir. Kitabımın en ilginç bölümleri ise, Türk arşivlerindeve kendi arşivlerinde araştırma yapan günümüz yabancı tarihçilerinincelemeleridir.
Türk-Ermeni konusunda, Türk yazarları tarafından yapılmışaraştırmalardan sadece yabancı belge içeren bölümleri kitabıma aldım.Kitabımda, Türk ve Ermeni dostluğundan başlayarak her iki toplumarasına kin, nefret, ölüm ve ayrılık tohumlarını eken misyonerlerin veErmeni kiliselerin yaptığı eylemleri yansıttım. Emperyalist ülkelerinbir oyuncağı haline gelen Ermeni çetelerinin yarattığı kanlı olaylarave unutulmaz acılara karşın, Anadolu'da senelerdir birlikte yaşamaktanmutlu olan ve bu dostluğun devamından yana tavır koymuş olanErmenilerin görüşlerine yer verdim.
Lozan Antlaşması'nın 82. yılında ve 'Sözde ErmeniSoykırımı'nın 90. yılında, İsviçre'nin Winterthur kentinde bulunmam veorada konuşma yapmam benim için bir onurdu. 15-19 Mart tarihlerinde, 'Büyük Proje 2006, Talat PaşaHarekâtı'nda 'Her Yer Lozan' demek için Berlin'deydim. Orada dayaptığım konuşma benim için unutulmaz bir anıdır.
Tarihi gerçekleri 90 yıldır saptıranlara, Değerli HukukçuEmin Değer 'Tarihe Not Düşürmek' başlıklı yazısında şöyle cevapveriyordu:
"Soykırım yapmamış bir ulusun bireylerinin bilgisizliğinden,bilenlerin de ilgisizliğinden yararlanarak yerel karşılıklı öldürmeolaylarını soykırım olarak yansıtan kimi aydınların yol açtığısuçluluk psikozuyla hareket etmeyen her sağduyulu insanın, savunmadeğil hesap sorma konumunda olması gereken günlerdeyiz."
Hazırladığım 'Türk Ermeni İlişkileri' (Yabancı BelgelerIşığında, Dünü Bugünü) adlı 618 belgeli üçüncü kitabımla, Türk-Ermenisorununu yukarıda tariflenen bilinçle hesap sorma görevini yerinegetirdiğimi sanıyorum. Kitabımın, Türk-Ermeni ilişkisine yüceAtatürk'ün 'Yurt'ta Barış, Dünya'da Barış' ilkesine uygun yarınlargetirmesi dileğimle. 01 Şubat 2009

Ahmet GürelKöprü-İzmir________________________________

1. Strabon, İÖ 64 - İS 23 arasında yaşamış bir coğrafyacıdır.Amasya'da doğan Strabon, Antik dünya hakkındaki coğrafya kitabı iletanınmıştır.

2. Homeros, Antik Yunanistan'da yaşamış İyonyalı bir ozandır. BatıEdebiyatı'nın ilk büyük eserleri sayılan İlyada ve OdysseiaDestanları'nın yaratıcısı veya derleyicisidir.

3. Aristoteles, MÖ 384 - MÖ 322 tarihleri arasında yaşamış Yunanlıfilozof ve bilim adamıdır.

Platon ile birlikte Batı düşüncesini en çoketkileyen iki kişiden biri olarak düşünülür

.4. M.Ö. 336-323 yılları arasında Makedonya kralı olan Büyük İskender,o zamanki dünyanın yarısını 13 yılda fetheden tarihteki en büyükkomutanlardan biridir.

5. Bülent Şenocak, Levant'ın Yıldızı İzmir, Şenocak Yayınları, İzmir2008, s. 11-13.6. Pelin Böke, İzmir 1919-1922 Tanıklar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,İstanbul 2006, s. 207-215.7.
Levantenlerin oturduğu mahalle.8. Oktay Gökdemir, Cumhuriyetin İzmir'i 'Ateşin Gelini' adlı makalesi, Cumhuriyet, 9 Eylül 2008, s. 23.9. Gökdemir, a.g.m, s. 21.10. Gökdemir, a.g.m, s. 25-26.11. Selahattin Sert, Haçin Ölüm Kampı, Kum Saati Yayınları, İzmir 2005, s. 25.12. Atatürk'ün Bütün Eserleri, Cilt.5, Kaynak Yayınları, İstanbul2002, s. 284-286.
13. Atatürk'ün Bütün Eserleri, Cilt.13, Kaynak Yayınları, İstanbul 2004, s. 296.
14. İsmet Görgülü, Atatürk'ten Ermeni Konusu, Bilgi Yayınevi, Ankara2006, s. 174.

Wednesday, April 7, 2010

Genelkurmay Arşivini Kim Çaldı?
Muammer Karabulut

Son günlerde Ermeni iddiaları ile tartışılanların adı her ne ise Osmanlı Genelkurmay'ının 1913-1918 tarihleri arasında Almanya'nın kontrolünde olduğunu ve Hans Von Seeck 5 Kasım 1918 tarihinde giderken bütün arşivi yanında götürdüğünü bilmeden konuşulmaz!...Nihayetinde Genelkurmay arşivini kaçıran Almanya, 2005 yılında "Türkler Ermeni soykırım yaptı" bile demiştir.- Neden hiçbir tarihçi veya yetkili "bizim komutamız Almanlardaydı, bütün arşivi de çaldılar" demedi?

O dönemi kısaca hatırlayacak olursak, ordusunda reform yapmak isteyen Osmanlı 27 Ekim 1913 tarihinde, "General Liman von Sanders komutasındaki Alman Askeri Yardım Heyeti Hizmet Sözleşmesini, Bahriye Nazırı ve Harbiye Nazırı Vekili Çürüksulu Mahmud Paşa tarafından 5 yıllık bir süreyi kapsayacak şekilde imzalandı." (*) Bunun üzerine, Alman-Prusya sisteminde olduğu gibi, savaşlarda asıl karar verici olan Genelkurmay örgütlenmesinin bir benzerini Erkan-ı Harbiye -i Umumiye Dairesi
-Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı'na verdi. Bu amaçla, başlangıçta tümen komutanı olması planlanan "Prusya Albayı Bronsart von Schellendorf , Erkan-ı Harbiye -i Umumiye Dairesi Erkan-ı Harbiye Reis-i Saniliği-Genelkurmay Birinci Yarbaşkanlığı-
Genelkurmay Karargahı Kıdemli Başkanlığı görevine getirildi." (*) Ve Osmanlı ordusunun bütün kritik noktalarını Alman subaylar komuta etmeye başladı.
Yapılan düzenlemeler ile Enver Paşa yetkisizleşti ve Alman von Schellendorf fiilen Genelkurmay Başkanlığı görevine getirildi. "Hatta bu tarihten sonra bazı belgelerde von Schellendorf'tan ‘Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi' şeklinde bahsedilmeye başlandı. Aynı iradeyle Genelkurmay teşkilatı yeniden değiştirildi ve Kritik Merkez Şube Müdürlüğü doğrudan von Schellendorf'a bağlandı."

(*) Anlaşılacağa üzere, 1914 yılından itibaren Osmanlı ordusundaki bütün yazışma, plan ve diğer tüm evraklar Almanların kontrolüne geçti.Osmanlı Genelkurmay başkanı von Schellendorf , 20 Ağustos 1914 tarihinden itibaren "olası savaş durumunda açılacak cephelerle ilgili planları"(*)
hazırladı.
Osmanlı’da Alman komutasına muhalif subaylar istifa etti veya pasif görevlere getirildi. I. Dünya savaşı başladığında ise "artık denetim mutlak olarak von Schellendorf'un, dolayısıyla Alman Genelkurmayı'na" geçmişti. "Alman denetimindeki Osmanlı Genelkurmayı bütün önemli kararları, sefer planlarını ve her tür yığınağı zaten Alman Genelkurmayı'nın emir ve denetimi altında yapmaktaydı." (*)İlgili yazışma ve arşiv kayıtlarına Osmanlının "en üst düzey komutanlar dahil, hiçbir Türk subayı plan ve yazışmalara ulaşamıyordu. Bu uygulama savaşın son dönemine kadar titizlikle devam ettirildi..."
(*)Alman Genelkurmayı’nın kontrolüne giren Osmanlı ordusuna en dikkat çekici tavır ve uyarı 20 Eylül 1917 tarihli raporu ile 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa'dan geldi. Mustafa Kemal, Enver Paşa ve Talat Paşa'ya gönderdiği raporda Suriye-Filistin cephesindeki durumu vurgulayarak acilen, "içinde bulunduğumuz bataklıktan Almanlar'la beraber bulunarak kurtulmak zaruri ise de, Almanlar'ın bu zaruretten imdadı ve harpten istifade ederek bizi müstemleke şekline sokmak ve memleketimizin bütün menabiini (kaynaklarını) kendi ellerine almak siyasetine muarızım (karşıyım) ve rical-i devletin bu hususta hiç olmazsa Bulgarlar kadar müstakil ve kıskanç olmalarını lüzumlu görürüm..."
(*) diyecekti. Bunun üzerine Alman Genelkurmayı birlikte savaştığı daha doğrusu savaştırarak öldürttüğü Osmanlı askerlerinin başına von Schellendorf'un yerine 17 Aralık 1917 tarihinde İstanbul'a gelen Tuğgeneral Hans von Seeckt (22 Nisan 1866 - 27 Aralık 1936) atandı. Hans von Seeck ise "5 Kasım 1918 günü sabah saatlerinde" (*) Osmanlı Genelkurmayı’ndaki belgelere göre, 1914 yılından itibaren yapılan bütün yazışma ve evraklar ile Alman Genelkurmayı ile yapılan yazışmaların tamamını, üstelik 1 Kasım 1918 tarihinde Genelkurmay ile ilgili tüm sorumluluklarını devretmesine ve "31 Ekim 1918 gün ve 6083 sayılı tamim gereğince bu evrakların Merkez Şubesi'nde veya Riyaset Yaverliği makamında bulundurulması" (*) gerekirken Almanya götürmüştür.
- Neden götürmüştür?Bu sorunun yanıtı, bugün sözde Ermeni soykırım yalanları ile Türkiye'yi parçalamak isteyenlerin, Türkleri nasıl birbirlerine düşürdükleri ile toprakları ellerinden nasıl alındığı konusunda ortada "belge ve akıl" bırakmamak içindir.
Tarihte, zamanın kendisi çok önemlidir.
Vicdanları olamayan bazı Ermeni veya paralı tarihçiler, İngiliz ve Fransız kuvvetleri 19 Şubat 1915 tarihinde ikinci büyük bir taarruzla Çanakkale'yi topa tutarken, Osmanlı topraklarında, tehcir veya adı ne olursa olsun 2 Şubat 1915 yılında "soykırımı"
(Açık İstihbarat : O dönem Osmanlı topraklarında yaşanan trajedide Almanların payını ortaya koyan bu yazının; sorumluluğu Almanlara yüklerken "soykırım" sözcüğünü kullanması yaşananları çarpıtmak isteyenlerin işini zorlaştırmamaktadır.
Sorumluluğun Almanlarda olması; yaşananların bedelinin bize ödetilmek istendiği gerçeğini değiştirmeyeceğinden; "soykırım" kavramı konusundaki hassasiyet her halükarda korunmalıdır.
Yazıdaki "soykırım" sözcüğüne şerhimizi koyuyor; yazının bütünlüğünü korumak adına tırnak içine alıyoruz) başlatırlar ve son aylara kadar devam ettirirler.Çanakkale savaşı da 19 - 20 Aralık 1915 tarihleri arasında, Arıburnu ve Suvla'yı boşaltılması sonrası 8-9 Ocak 1916 tarihinde tamamı sona erer ve diğer tarafta ise aynı ordu Ermeni vatandaşlarına "soykırım" uygular!!!Bugün, ABD gibi çok donanımlı bir ordunun Irak'ta başına gelenleri gördükten sonra olanlara inanmayı bir tarafa bırakın, 1914-1918 tarihleri arasında akan kanı, kaybedilen toprakların belgeleri ile birlikte Alman Genelkurmayın emri ve komutasında olan Osmanlı ordusunun başına gelenleri, ayrıntıya girmeksizin;
- 19 Aralık 1914 Sarıkamış harekatı, - 1914 -1915 tarihleri arasında Çanakkale savaşı, - 1916 Irak ve - 9 Aralık 1917 Kudüs işgali de dahil olmak üzere bir bir öğrenelim. Sonra da Almanya'nın 2005 yılında nasıl ve hangi hakla sözde soykırım tanıdığına bakalım.... Ayrıca, "...Enver Paşa bir kısım İttihat Terakki ileri gelenleriyle birlikte, 8/9 Kasım 1918 gecesi U-67 numaralı Alman denizatlısı ile İstanbul'dan kaçtı. İşin ilginç tarafı, bu grubun Türkiye'den kaçmadan önce İttihat Terakki arşivinin önemli bir kısmını yok"

(*) etmesinin ise not olarak bir yerlere yazalım ve günümüzün ittihatçılarını bir bir tespit edelim... Tabii ki savaş, "yönetme siyasetinin iflasıdır."

Hiç kuşku yok ki yaşanan acıların başlangıcında, ABD tarafından Anadolu'da Protestanlaştırılan Ermenileri hatırlamakta fayda var. Dikkat edin, - Gelişen Yahudi-Kürt müttefikliğini bizler seyrettik. Filistin ve İsrail topraklarında, 400 bin Yahudi Kürt olduğunu çok kişi bilmez. Eski Genelkurmay Başkanlarından Moşe Yalom da, Türk vatandaşlığından atılmış ve Mardin'li bir Kürt'tür (Yalçın Bayer, Hürriyet gazetesi,10 Ekim 2007). Fakat, Türkiye'de 25-30 bin civarında Yahudi yurttaşımız varken, sözde Kürdistan'ı 19. yüzyılın ortalarına doğru gezen Haham David'in 1827 yılında aktardığı verilere göre, "toplam 15 sinagog ve 1.875 ailenin varlığından" söz eder.
Yer Aile SinagogGaziantep (merkez) 152Şanlıurfa (merkez) 402Cermul (Jermuk) 402Diyarbakır 401Zaho 6001Musul 6001Dahok 101Sador 1001Amadiye 2002Şuş ? ?Suho 301Erbil 200 2Toplam 1.875 Aile 15 (Dr. A. MEDYALI, Kürdistanlı Yahudiler, birinci baskı 1992)- O zaman, 400 bin (!) Yahudi Kürt nüfus nasıl bulundu?- Kürtsüz bir Kürdistan kurmak için bulunur!...

Önemli olan, AB-D'li sapkınlar yarın Türklere, "bu sefer de Kürtlere soykırım yaptı" dememeleri için, ilk önce 1914-1918 yıllarında dökülen İNSAN kanı ile kaybedilen Osmanlı topraklarının hesabını Alman Genelkurmay arşivlerinde mutlaka aramamız gerekiyor... (*) Toplumsal Tarih dergisinin Kasım 2000 tarihli sayısında, "Birinci Dünya Savaşı'ndaki Alman Askeri Yardım Heyeti'nin Bilinmeyen Bir Yönü" isimli makaleden alınmıştır.

http://acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8775

Wednesday, March 17, 2010

Mr Vicente Todolí
Director, Tate Modern
53 Bankside, London SE1 9TG
15th March 2010
Subject: “Arshile Gorky: A Retrospective”
Dear Mr Vicente Todoli,

As the Federation of Turkish Associations UK (FTAUK)*, we would like to bring to your kind attention an issue which deeply offends the Turkish community in the UK.

To our great dismay, the exhibition “Arshile Gorky: A Retrospective” in your esteemed museum, its brochure distributed to visitors and the optional audio device contain inaccurate information and groundless accusations against the Turks which we found unfitting for an art exhibition.

The expression “Vosdanik Danoian was born around 1904 on the shores of Lake Van, in Armenian Turkey” in the brochure gives a false place name which not only contradicts historical facts, but also infringes upon the very principle of respect to territorial integrity and inviolability of borders. There was nothing called “Armenian Turkey” on the shores of Lake Van around 1904. Nor was there something called “Turkish Armenia” as stated in another part of the brochure.

Moreover, the claim that “the remaining family were driven out of their home by the pogroms of 1915, which are widely recognized as the century’s first genocide.” is not only an arbitrary accusation, but by disregarding the legal definition of ‘genocide’, a distortion and falsification of facts as well.
You should also be aware of the official stance of the British parliament and the most recently released statement that re-iterates the UK government’s position of there being no evidence to claim the events of 1915 as genocide. No other government was in a better position to find evidence if it existed of any such ‘genocide’ because the British were in control of Istanbul and all the Ottoman archives at the end of the First World War.
We unfortunately observed similar accusations against the Turks in the text titled “Apprenticeship” on the wall of the very first room of the exhibition.
In addition to all these, the introduction part of your audio device which states “Turkish attacks on the Armenians became increasingly harsh. In 1915 thousands of Armenians including Gorky’s family were forced from their homes” is totally misleading.
Last but not least, the catalogue of the exhibition also gives a false place name and contains two Armenian propaganda photos one of which has the explanation “The bodies of Armenian children massacred in Turkey during World War I, c.1915” which instigates abhorrence and unfairly blames Turkey which proclaimed independence in 1923.
It is also unfortunate that an exhibition intended to display selected pieces of art ended up with miscarriage of history at a time when Turkey and Armenia have declared their mutual intention of paving the way for normalization of their relations.
The Turkish community in the UK would like to believe that these arbitrary accusations as well as the falsified claims were overlooked by your distinguished museum. To think otherwise would be to accept that the world famous Tate Museum could not avoid falling victim to Armenian propaganda.
As tax payers, voters and citizens of this country of Turkish origin, we entirely respect art as art lovers. Yet, we also strongly believe that art should not be exploited by politically motivated groups and become a tool for hate propaganda.
We therefore request you to revise the above-mentioned materials and to replace them with reasonable, neutral expressions.

Your immediate reply would be much appreciated.
Yours sincerely,
Servet Hassan (Mrs)
General Coordinator
FTA UK
* FTA UK is working on issues concerning the Turkish community and as an umbrella organization consisting of 17 Turkish associations; it represents approximately 300.000 Turkish citizens in the UK.

İTDF Basın Bildirisi

SANATI POLİTİKAYA ALET ETTİLER

Tate Modern Galerisi’nde ‘soykırım’ propagandası

İngiltere’nin ünlü modern sanat galerisi Tate Modern, sözde Ermeni soykırım propagandasına yer vererek sanatı politikaya alet etti.
Ermeni kökenli ressam Arshile Gorky’nin tablolarını sergileyen Tate Modern Galerisi’nin tanıtım broşürlerinde asılsız ‘soykırım’ iddialarına yer vermesine İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu sert tepki gösterdi.


Avrupa’nın en büyük modern sanat galerisi Tate Modern’de 10 Şubat tarihinde eserleri sergilenmeye başlayan Amerikalı ressam Arshile Gorky’yi tanıtıcı broşürlerde ‘Ermeni soykırımı’ iddialarına yer verilmesi İngiltere Türk toplumunu ve sanatseverleri üzdü.

Propaganda fotoğrafları içeren Gorky’nin eserlerini tanıtıcı katalog ve diğer materyellerde aynı iddialar tekrarlanıyor.

İddiaların hiç bir dayanağı yok
Sanat eserlerinin sergilendiği bir galerinin hiç bir dayanağı olmayan Ermeni iddialarının gündeme getirildiği bir platforma çevrildiğini belirten İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu (İTDF), Tate Modern Galerisi’ne yazdığı mektupta, sergiyi tanıtıcı materyellerden sözde ‘soykırım’ iddialarının çıkarılmasını talep etti.
Sanatseverleri Tate Modern Galerisi’ni protesto etmeye davet eden İTDF Genel Koordinatörü Servet Hassan “Tate Modern Galerisi’nin Ermeni ‘soykırım’ lobicilerinin propaganda alanına dönüştürülmesini kınıyoruz. Sergiyi tanıtan broşürler ve diğer materyeller asılsız ve yanıltıcı ifadeler içeriyor.

Arshile Gorky’nin adından başlayarak doğum tarihi, yeri ve hayatı hakkındaki bilgilerin şüpheli olduğunu uzmanlar açıklıyor.
Arshile Gorky’nin ölümünden sonra yeğeni Karlen Muradyan’ın yazdığı ve sahte olduğu ispatlanmış mektuplara dayanarak bir ‘soykırımdan kurtulan ressam efsanesi’ yaratılmış. Bu sergiye atfen İngiliz basınında yer alan yazılar Türk toplumunu derinden yaralıyor.
Tate Galerisi’ni konu hakkında uyararak bu haksız ve dayanaksız iddiaların sergi tanıtım materyellerinden çıkarılmasını talep ettik.
İnsanları birbirine yaklaştıran ve anlamaya yönelten sanatın politikaya alet edilerek onları birbirine düşman etmek için kullanılması çok üzücüdür” dedi. Protesto hakkında daha fazla bilgi isteyenlerin http://www.turkishfederationuk.com/ adresini ziyaret etmeleri öneriliyor.

Gorky Ermeni olduğunu gizlemiş

Gerçeküstücü ve soyut dışavurumcu tabloları ile tanınan sanatçının 1902- 1905 yılları arasında Van civarında doğduğu iddia ediliyor. Asıl adı Vosdanik (Manoog) Adoyan olan sanatçının babası 1910 yılında karısını, üç kızını ve oğlunu ardında bırakarak daha iyi bir ekonomik hayat için Amerika’ya iltica etmiş. 1915 olayları sonrasında Rus orduları ile birlikte o dönem Rusların kontrolünde olan Erivan’a göç eden sanatçının annesinin 1919 yılında Ermenistan’daki zor koşullara dayanamayarak açlıktan hayatını kaybettiği söyleniyor.

Kızkardeşi ile birlikte 1920 yılında önce İstanbul, ardından Atina üzerinden Amerika’ya göç eden sanatçı kısa bir süre babası ile yaşadıktan sonra ailesini terkederek sanat hayatına atılmış.
Kendisini ünlü Rus yazar Maxime Gorky’nin yakın akrabası olarak tanıtan ressam, Arshile Gorky adını kullanmaya başlamış.

Çevresindekilere zaman zaman Rus bazen de Gürcü olduğunu söyleyen ressam 31 yaşında evlendiği eşinden Ermeni olduğunu ölene dek gizlemiş. Geçirdiği trafik kazası sonucu depresyona giren ressam, eşinin çocuklarını alarak kendisini terk etmesinden bir süre sonra 1948 yılında intihar ederek hayatına son vermiş.

Sanat hayatının ilk yıllarında Picasso, Cezanne ve Matisse gibi bir çok ünlü sanatçının etkisinde kalan ressamın eserleri ileriki yıllarda sanat çevreleri tarafından kabul görmüş.
Ünlü bir çok sanat galerisinde tabloları sergilenen Gorky’nin eserleri 3 Mayıs 2010 tarihine kadar Tate Modern Galerisi’nde sergilenecek. Tate Modern bu süre içinde sanatçıyı tanıtan bir dizi etkinlik yapmayı planlıyor.

Parlamentolarda alınan kararlar siyasidir

İTDF Yönetim Kurulu tarafından yapılan açıklamada ‘soykırım’ suçlamasının olayların tarihsel boyutu irdelenmeden ve hukuki bir dayanağı olmadan dile getirilmesinin maksatlı olduğu; 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından ‘soykırım’ suçunun tanımlandığını ve 1915 Ermeni tehcirinin bu kapsama girmediği belirtildi.
Açıklamada, 1915 döneminin hem Ermeni hem de Türk toplumunun büyük acılar çektiği bir dönem olduğu ve bu acının bazı çevreler tarafından istismar edilerek Türk- Ermeni düşmanlığı yaratılmaya çalışıldığı vurgulandı.
Geçtiğimiz günlerde, ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'nde alınan Ermeni soykırımını tanıma kararı konusunda açıklama yapan İTDF Başkanı Şener Sağlam “ABD, İsveç ve benzeri bazı ülkelerin parlamentolarında alınan kararlar tamamen siyasidir.
Bu girişimlerin Türkiye'yi soykırım iddiasıyla baskı altına alma, Türkiye siyasetini soykırım iddiasıyla yönlendirme amacı taşıdığını hepimiz biliyoruz.
Bu ülke parlamentolarını kendi geçmişleri ile yüzleşmeye davet ediyoruz” dedi. Başkan Sağlam “Kurt dumanlı havayı sever. Anavatanımızda yaratılan dumanlı havayı fırsat bilen bazı sözde ‘dost’ ülkelerin parlamentoları ‘soykırım’ iddialarını tartışmaya başladılar. 95 yıl önce yaşanan trajik olayların bugün parlamentolarda tartışılmasının nedeni hali hazırda bugün kendilerinin yaptığı kıyımları gözden kaçırmak ve dikkatleri başka yöne çekmek içindir.

Afganistan’da, Irak’ta, Yemen’de, Filistin’de, Bosna’da, Karabağ’da olanlar meydanda! Hepimiz biliyoruz ki Osmanlı İmparatorluğu parçalanırken 5 milyon Osmanlı hayatını kaybetmiştir. Osmanlı tebası olan Ermeni kayıpları da dahil olmak üzere 5 milyon kişinin yer yüzünden silinmesinin birinci dereceden sorumlusu aç gözlü Batılı emperyalist güçlerdir.
Batılılar önce katlettikleri Müslümanların hesabını versin!” dedi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılı güçler ve Rusya tarafından parçalanması sürecinde 4 milyonu sivil olmak üzere Osmanlı tebasına mensup 4 kişiden biri hayatını kaybetmişti. Osmanlı İmparatorluğu tarafından yüzyıllarca ‘Millet-i Sadıka/ Sadık Millet” olarak tanımlanan Ermenilerin bu süreçte önce Ruslar sonra Batılı güçlerin kışkırtması sonucu gerçekleştirdikleri ayaklanmalar ve katliamlarda 523 bin Müslüman/Türkü katlettikleri kaydediliyor.

Londra, 17 Mart 2010

Editöre Notlar

İTDF hakkında bilgi:
İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu (İTDF) bünyesinde onaltı derneği barındıran bir çatı örgütüdür. İngiltere'de yaşayan Türkler arasındaki birlik, beraberlik ve dayanışmayı güçlendirmek, Türk toplumunun kendi kimliğini koruyarak İngiliz toplumuna uyumuna yönelik çabalara katkıda bulunmak, sahip olduğu hakları korumak ve güçlendirmek, ortak sorunlarının çözümü ve ortak çıkarlarının savunulması için çaba göstermek, Türk-İngiliz dostluğunun geliştirilmesine katkıda bulunmak, Türk kültürünü ve tarihini tanıtmak, Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni ilgilendiren konularda çalışmalarda bulunmak üzere kurulmuştur.

İTDF ile iletişim:
E-posta: turkishfederationuk@yahoo.co.uk
Posta: İTDF, 41 Camberwell Church Street, London SE5 8TR
Telefon : + 44 (0)77 8890 8803

Saturday, March 6, 2010

İttihatçılar Taşnaklara Ne Önermişlerdi?
Tuncay Yılmazer - Gelibolu'yu Anlamak
www.acikistihbarat.com
05.03.2010

“….Talât Bey’in evine gidip konuştuk faydasız…Taşnaksutyun , İttihat’ın yararına ve onun yanında çalıştıktan sonra , şimdi onun darbeleri altında…” (25 Nisan 1915 Pazar, Osmanlı Meb’usan Meclisi Üyesi Krikor Zohrab Efendi’nin Günlüğünden)

Ermeni Sorunu hâlâ güncelliğini koruyor, zaman zaman gündemden düşer gibi olsa da ufak bir kıvılcım tartışmaları yeniden alevlendiriyor.

Genel olarak baktığımızda tartışmalar Ermenilere soykırım yapılıp yapılmadığı, Ermenilerin hainlik yaptıkları için tehcir edildiği vs. gibi konuların etrafında şekilleniyor, Osmanlı Ermenilerin kurduğu partilerin özellikle de Ermeni Taşnak Federasyonu ile İttihat-Terakki Cemiyeti’nin inişli çıkışlı ilişkileri Ermeni Sorununu inceleyen araştırmacılarca nedense pek gündeme getirilmiyor. Oysa ben sorunun İttihat Terakki Cemiyeti ( İTC ) ve diğer Ermeni Örgütler arasındaki ( özellikle de Taşnaksutyun Partisi ) arasındaki ilişkiler açısından da ele alınmasının gerekli olduğunu düşünüyorum.İkinci olarak da 1914 yılı içerisinde ortaya çıkan savaş tehlikesinin başta Taşnaklar olmak üzere bu örgütlerce nasıl algılandığının üzerinde durulmalı. “Türkler soykırım yaptı” ya da “Ermeniler hainlik etmişti.” gibi toptancı yaklaşımlar bilimsel değil, her şeyden önce adil değil.

Her ne kadar bazı Ermeni araştırmacılar aradaki iletişimin 1912 yılında bittiği söylese de elimizde savaş çıkana kadar devam ettiği yönünde yeterince kanıt var. Taşnaksutyun Partisi aslında gerek ilke gerek teşkilatlanması açısında İttihat-Terakki ile çok benzeşiyor.

Diğer Ermeni partileri ( Hınçak ve diğerleri ) II. Meşrutiyet ilan edilmesinden önce ve sonrasında da her zaman için İTC ‘ne mesafeli kalmışlardı. Oysa Taşnak Federasyonu zaman zaman inişli çıkışlı da olsa İTC ile her zaman iletişim kanallarını açık tutmuştur. Taşnaklar Ermeni komitelerinin en dürüst ve en doğrusu olarak kabul ediliyordu.[i]Cemal Paşa anılarında “Biz Ermenileri ve özellikle de onların ihtilalcilerini Rum ve Bulgarlardan daha çok severiz.” diye yazacaktı. "Çünkü onlar bu iki milletten daha mert ve daha kahramandırlar. İki yüzlülük bilmezler. Dostluklarında sadık , düşmanlıklarında metindirler. Biz Ermeniler ile Türkler arasındaki düşmanlığın başlıca sebebinin Rusya siyaseti olduğu inancındayız."[ii] diye yazmıştı.

İki örgüt arasındaki ilk yakınlaşma İTC’nin Selanik kanadından Cemal Paşa ve Paris kanadından Dr. Bahaattin Şakir bey’in çabalarıyla II. Jöntürk kongresi öncesi olmuştu. Kongre 29 Aralık 1907'de Paris’te toplanmış, Taşnaksutyun delegeleri de katılmışlardı. Kongrede padişahı devirmek için silahli mücadelede dahil her türlü yönteme başvurulması , genel ayaklanmaya uygun bir ortam hazırlanması kabul edilmişti. [iii]
Hareket ordusunu 22 Nisan 1909'da ellerinde çiçeklerle ziyarete gelen Ermeni kadınlara Enver Bey ve yanındakiler “Yaşasın Taşnaksutyun Cemiyeti!” diye alkışlarla karşılık verecekti. [iv] Her iki örgüt arasındaki ilişkiler diğer Ermeni örgütlerin tepkisini çekmekte gecikmemişti. Bazı İttihatçı mebusların Taşnaklara Ermeni Devrimci Federasyonu ile birleşme önerisinde bulundukları söylentisi bile çıkacaktı.[v] M. Raif Ogan “Sultan Abdülhamit-İftiralara Cevaplar” adlı eserinde İttihatçıları özellikle bu konuda ağır bir dille eleştirecektir: “İstibdada ve Sultan Abdülhamit’e nefret izharında acele edenler , kendi milli hakimiyetlerini baltaladıklarını o günlerde anlayamadılar ve İttihad komitasının gaflet ve cehaletine ayak uydurdular. Hepsinin yazılması da İttihad ve Terakki’nin propagandası tesiriyledir. O günlerde Ermeni komitacısı ile hürriyet fedaisi arasında ayrılık kalmamıştı! Bu basiretsizliğin acı misallerini bir çok kanlı komitacıların İttihad ve Terakki namzedi olarak meb’us seçilmeleri ile gördük. Karakin Pastırmacıyan adındaki komitacının müfrit taşkınlıklarına Rusya Çarlığı bile tahammül etmemiş, ve bu adam oradan Osmanlı ülkesine kaçıp kurtulmuştu. Rusya iadesini istiyorken İttihad Terakki o’nu Erzurum’dan meb’us çıkardı ve Rusya’nın taleplerine karşı harbi göze alacak derecede ahmakâne cür’et göstererek herifi himaye etti.[vi]
Ancak , Taşnaklar 31 Mart Vak’ası sonrası Adana’da Ermenilerle Türkler arasında çıkan olayları araştırmakla görevli iken şüpheli şekilde ölü bulunan Edirne Mebusu Agop Babikyan’ın ölmeden önce yazdığı ve ailesi tarafından saklandığı iddia edilen Adana olayları ile ilgili raporun açıklanması üzerine 18 Temmuz 1912'de ittifakın bittiğini ilan ettiler.[vii] Taşnaksutyun yayın organı Troşag 13 Nisan 1913'de ITC’yi , Taşnakların içtenliğini ve çabalarını sistemli bir şekilde boşa çıkartmakla suçlayacaktı. Tüm Ermeni partileri aralarındaki işbirliğini artırıp Vilayat-ı sitte bölgesindeki reformların yaşama geçirilmesini talep ettiler. Krikor Zohrab, Vartkes Efendi gibi Ermeni ileri gelenleri diğer ülke büyükelçileri ile temasa geçtiler. Hedef özerk bir Ermenistan’dı.[viii] Ancak görüşmeler devam etti. İttihatçı mebuslardan Ermeni kökenli Hallaçyan Efendi aracılığıyla Cemal Bey, 1913 Aralığında Taşnak temsilcileri ile bir araya gelmiş, büyük güçleri doğu meselelerine katmamalarını, sonuçların geri dönülemez olabileceğini söylemişti.[ix] Cemal Paşa’ya göre reformlar kabul edilse bile Doğu’daki Müslümanlar Ermenilere karşı ayaklanabilecek, Rusya bunu bahane edip Doğu vilayetlerini işgal edebilecekti.

İç ıslahat teşebbüslerinin harpten sonraya ertelenmesinin gerektiğini Taşnaksutyun liderlerine söylendi.[x] Kutlu’nun da haklı olarak belirttiği gibi zihniyet olarak Ermeni milliyetçileri de İttihatçılardan farklı değildi. İttihatçıları buna karşılık İstanbul’da terör olaylarını başlatmakla tehdit ettiler.[xi]

Yeniköy Antlaşması 8 Şubat 1914'te Sadrazam ve Dışişleri Bakanı Sait Halim Paşa ile Rusya’nın İstanbul Maslahatgüzarı arasında imzalanmıştı. Antlaşma maddeleri Osmanlı İmparatorluğunu Rusya karşısında bir hayli sıkıntılı duruma soktuğu açıktır. Doğuda 6 vilayet ikiye ayrılacak ve iki ayrı Avrupalı müfettiş tarafından yönetilecekti. Müfettişlere geniş yetki veren bu antlaşma, Babıali’yı Rusya’ya ya karşı sorumlu hale getiriyordu. [xii] Savaşa girme kararında bu antlaşmanın büyük önemi vardır. Cemal Paşa hatıralarında “Kapitülasyonları ve Cebel-i Lübnan imtiyazlarını kaldırmak ana düşüncelerimizden olduğu gibi , son zamanlarda Rusya’nın baskı ve zorlamasıyla kabul ettiğimiz Doğu Anadolu ıslahatına ait itilafnameyi de yırtmak istiyorduk.[xiii] diyecekti.
8.Taşnak Kongresi
Ufukta savaş bulutları belirmiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun da tarafını belirlemesi gerektiği ortaya çıkmıştır. Bab-ı Ali, Almanya ile ittifak sözleşmesi yapacaktır. İşte seferberlik kararının da alındığı Ağustos ayı başında Erzurum’da, Doğu Anadolu vilayetlerinin en güçlü Ermeni örgütü olan Taşnaksutyun cemiyetinin kongresi toplanır.

Kongreye dair İttihat Terakki Cemiyeti’nden de delegeler katılıp katılmadığına dair Türk kaynaklarındaki bilgiler çelişkilidir. ITC Hükümetinin Mavi Kitaba karşılık olarak çıkardığı “Beyaz Kitap- Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri” olarak adlandırılan kitapta Taşnak 8.Kongresi kararlarından bahsedilmekte. Ancak kongreye İTC temsilcilerinin de katıldığı belirtilmiyor.[xiv]

Salahi Sonyel, kongrenin Temmuz ya da Ağustos ayılarında yapıldığını, İTC yetkililerinin katıldığına dair hiçbir Türk belgesi olmadığını, kongre sonuçları ile ilgili değişik yorumlar yapıldığını belirtiyor. Papasian , Jön Türklerin 1907 antlaşmasını yeniden hayata geçirilmesini istediğini belirtirken, Taşnaklar devlete bağlı kalacaklarını ancak Rus Ermenilerin yaptıklarından sorumlu olmayacaklarını belirtmişler. Sonyel’in aktardığı başka bir kaynak ise Ermenilere otonomi vaad edildiğini belirtiyor. [xv] Türk resmi tezlerinin başlıca eseri olan Kamuran Gürün Esat Uras’ın bu kongreye hükümet temsilcisi gönderildiği iddiasını reddettiğini belirtiyor. Ancak Clair Price’den aktararak bunun gerçekleşmiş olabileceğinin altını çiziyor:

“İstanbul Meclisi’ndeki Ermeni Grubu , Enver Hükümeti 1914'te harbe girerken Erzurum’da kongrelerini yapıyorlardı. Hükümet temsilcileri onları orada ziyaret etti ve ilk hedefi Rusya’yı geri atmak olan Panturan projesini sundu. Rus Maveray-ı Kafkas’ının taksimi teklif ediliyor, fethedilecek toprakların Ermeniler, Gürcüler ve Tatarlar arasında taksim edilip hepsine Osmanlı hakimiyeti altında otonomi vaat ediliyordu. Ermeni grubu eğer harp zaruri olursa Osmanlı vatandaşı olarak vazifelerini yapacaklarını, fakat hükümetin tarafsız kalmasını tavsiye edeceklerini söylediler.”[xvi]

Toynbee, Papazyan ve Kaçaczuni’den de benzer alıntılar yapan Gürün, Erzurum Kongresi’ne İttihat Terakki’den temsilci gitmiş olabileceğini, kongrede Türkiye’deki Ermenilerin muhtemel bir savaşta hükümete karşı cephe alınmamasının kararlaştırıldığını, ancak bu kararın tutulmadığını belirtirken, İttihatçılardan kimin katıldığını, tam olarak ne teklifte bulunulduğunu yazmıyor. ( Bunu belirlemenin de güç olduğunu belirtiyor.)[xvii]

Taşnak Kongresi Erzurum’da 2-14 Ağustos 1914 tarihleri Erzurum’da yapıldı.[xviii] Ermeni Soykırımı iddialarının popüler kaynaklarından Yves Ternon gibi Tarık Zafer Tunaya’da Talat Paşa’nın isteğiyle bu tarihlerde yapıldığını belirtiyor.[xix] Talat Paşa’nın isteğiyle toplantı yapılması hayli ilginç ve önemli bir bilgi. Muhtemelen Talat Paşa özellikle Doğu Anadolu’da ( reform planlanan bölgelerde) Osmanlı Ermenilerini temsil eden Taşnaksutyun cemiyeti’nden çıkabilecek muhtemel savaşta safını belirlemesini istemiş olabilir. Ternon “İttihad’ın dar görüşlü milliyetçiliğini eleştirmek ve bunun Türk olmayan diğer unsurlar karşısında sergilediği düşmanlıktan kaygı duymakla birlikte , Taşnaksutyun savaşı engellemek için bütün gücüyle hükümetle işbirliği yapmaya karar verdiğini" belirtiyor.[xx]

Türk kaynaklar arasında bu kongreye ittihatçıların ilgisine dair daha net bilgiler veren Tunaya, kongreye İttihat-Terakki Fırkası Katib-i Umumisi Dr.Bahaattin Şakir ile Azerbeycan Müfettişi Ömer Naci Bey’lerin İttihat-Terakki adına katıldığını belirtiyor.[xxi] Söz konusu girişimin hükümet kaynaklı olmaktan ziyade ITC Merkezi Umumi kaynaklı olduğu ortada. Her iki ismin de Talat’a yakın oldukları biliniyor. Bahaattin Şakir’in biyografisini yazan Hikmet Çiçek’te bu kongreye aynı isimlerin katıldığını belirtiyor, ancak ne söz verildiğinden bahsetmiyor.[xxii] İttihat Terakki Katib-i Umumisi Dr. Bahaattin Şakir Ermeni Tehciri konusunda suçlanan isimlerin başında geliyordu. Galip Vardar, İttihatçı Sapancalı Hakkı ve Hüsrev Sami’nin Bahaattin Şakir’le savaştan önceki bir diyaloglarından bahseder. Bahaattin Şakir ” Haydi Bakalım Erzurum’a gidiyoruz. Ermenileri tehcir edeceğiz” demiş. Her ikisi de şaşırmış. “- Peki Ermenileri tehcir edeceğiz, mal ve mülkleri ne olacak? Bu hususta bir program var mıdır?” deyince “-Yahu ne program olacak. Ermenileri tehcir edeceğiz dedik ya… Alt tarafı anlayın işte.” diye yanıtlamış. Her ikisi de Bahaattin Şakir’in Ermeni Tehcir etme konusundaki yaklaşımını doğru bulmamış, “bizim kanunsuz, nizamsız işlerde gözümüz yoktur” demişler.[xxiii]
Kongre görüşmelerine başlamadan önce seferberlik emri çıkarıldığı haber alındı. Dr. Bahaattin Şakir, Ömer Naci ve Hilmi Bey yönetiminde bir heyet 3 Ermeni şefiyle ( Vramian, Rostom ve Aquini ) görüşme talebinde bulundu.[xxiv] Tunaya, İttihatçı temsilcilerin Ermeni liderleriyle ayrı ayrı konuştuklarını , fakat Van’da Ömer Naci-Papazyan konuşmasında olduğu gibi görüşmelerde olumlu bir sonuca varamadıklarını belirtiyor. Tunaya’ya göre İttihatçıların önerileri Doğu Anadolu’da özerk bir Ermenistan’ın kurulmasıydı. [xxv] Ternon, İttihatçı delegelerin önerileri hakkında biraz daha ayrıntılı bilgi veriyor: Transkafkasya halkının ( Gürcü, Tatar, Azeri vs.) geniş isyan planı ayrıca Ermeniler Ruslara karşı Osmanlı İmparatorluğu’nu desteklerse Kafkasya’daki Erivan, Kars, Elizabethpol eyaletleriyle Van, Bitlis, Erzurum vilayetlerinin sancaklarını içine alan özerk bir yönetim hakkına sahip olacaklardı.

[xxvi]“Başarımız Ermenilerin pozisyonuna bağlı. Eğer bizimle yürürseniz Kafkasları beraberce paylaşırız. Tiflis, Kutayis, Batum ve Trabzon limanının bir kısmı Gürcistan’a verilir. Bakü, Elizabethpol ve Dağistan Müslüman bütünlüğüne dahil olur, Erivan, Kars, Elizabethpol’ün doğu kısmı, Van, Bitlis ve Erzurum vilayetleriyle birlikte Erzurum’u oluşturur[xxvii].

Taşnakların Kafkasya’da Rus İmparatorluğu’na karşı bir isyan başlatmasının söz konusu olmadığını belirtip bu teklife olumlu yanıt vermemesinin İttihatçıları kızdırdığı anlaşılıyor.

Talat Paşa , daha sonra Rusların kurduğu Ermeni birliklerinde komutanlık yapacak olan ( o dönemde Osmanlı Mebusan Meclisi’nde milletvekili ) Karekin Pastırmacıyan’a Taşnaksutyun’un tutumunu beğenmediklerini , İTC’nin yapacaklarında artık özgür olduğunu belirtmişti.[xxviii]
Peki kongrede Taşnaklar ne konuşmuşlardı? Ermeni kaynakları kongreden bazı üyelerin ısrarlı isteklerine rağmen Rus Komutası altında Ermeni taburları oluşturulması kararı çıkmadığını belirtiyor.[xxix] Kongre , yirmisekiz oturumdan sonra Ermenileri yaşadıkları ülkenin yurttaşlık görevlerini yerine getirmeye çağıracaktır[xxx] Ancak kongre kararına rağmen sonraki gelişmelerle Pastırmacıyan ve Antranik’in başı çektiği grup Ruslarla işbirliği kararı alacaktır.
Sonuç
Elimizdeki bilgileri toparladığımızda, İTC’nin Doğu Anadolu’daki en güçlü Ermeni örgütü olan Taşnaksutyun’a Birinci Dünya Savaşı’nın hemen arefesinde Ruslara karşı Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında oldukları takdirde 3 vilayeti önerdikleri ( Erzurum, Bitlis ve Van) ortaya çıkıyor. Balkan Savaşı sonrası istikametini Türk milliyetçiliği olarak belirlemiş olan İttihat Terakki Cemiyeti’nin asırlardır Türklüğü ve Müslümanlığıyla gönüllerde yer etmiş bir şehri Ermenilere teklif etmesindeki garabete mi şaşırmalı?
Yoksa Ermeni birliklerinin en önde gelen komutanlarından birinin İttihatçıların bir zamanlar can dostu olan Pastırmacıyan olduğuna mı hayret edilmeli? Kuşkusuz bunlar ayrı tartışma konusu.
Benim asıl dikkat çekmek istediğim nokta her iki tarafında popüler kaynaklarının bu kongrenin üzerinde pek durma ihtiyacı hissetmemesi. Talat Paşa’nın isteğiyle yapıldığı belirtilen 8.Taşnak kongresi ile ilgili bilgiler hem Türk hem Ermeni araştırmacıların çalışmalarında nedense üzerinde fazla yorum yapılmadan üstünkörü şekilde veriliyor. Bu konuda her iki tarafın popüler çalışmalarını ele aldığımızda gerek Prof. Vahakn N. Dadrian’ın , Taner Akçam’ın gerekse Prof.Yusuf Halaçoğlu’nun çalışmalarında bilgi bulunmaması doğrusu şaşırtıcı. Kanımca sözkonusu toplantı “soykırım yapıldı” ya da “Ermeniler hainlik etti” görüşlerini destekleyenlerin argümanlarına uymuyor.

Ermenilere soykırım yapıldığını savunanlar , soykırıma uğradığını iddia ettikleri toplumun ileri gelenlerin İttihat Terakki ile zamanında yakın işbirliği içerisinde olduğunu açıklamaktan kaçınıyor. Rus Ordusunun 1914 sonlarından itibaren hızla Osmanlı topraklarında ilerlediği sırada Antranik ,Pastırmacıyan gibilerin yönetimindeki Ermeni çetelerinin Müslüman sivillere yaptığı katliamları, yine binlerce Müslüman sivilin göç etmek zorunda kaldığını görmezden geliyor. ( 1917 sonrasında aynı katliamlar bu sefer Rus Ordusu çekilirken tekrarlanmıştır.) “Ermeniler hainlik etti” argümanını savunanlar ise darbeyle iş başına gelmiş , İttihat Terakki Fırkası Merkez komitesinin zamanında işbirliği yaptığı Taşnaklarla savaş öncesinde de pazarlıklara girdiğini açıklamıyor, savaş sırasında binlerce Ermeni sivilin, kadın, çoluk-çocuğun o günün şartlarında zorla göç ettirilmesi kararını ise savunmakta zorluk çekiyor.


Cemal Paşa anılarında haklı olarak zorla yerinden edilen Müslümanlar için serzenişte bulunur: ” Rus istilâsı sırasında Ermeni zulüm ve ve cinayetlerinden kurtulmak için Diyarbakır üzerinden Halep ve Adana yoluyla Konya’ya, Erzurum ve Azerbeycan’dan Sivas’a iltica etmiş olan Türk ve Kürt muhacirlerin gösterdikleri manzara bundan daha az vahim değildi. Fakat o zavallılar Müslüman oldukları için hiçbir Alman ya da Amerikan misyoneri onlar için rapor yazmadı ve onların felâket ve sefaletini münasip bir dille açıklama ihtiyacını vicdanında hissetmedi.[xxxi] Standford Shaw, 1919 yılında mütareke döneminde yayınlanan Tasvir-i Efkâr gazetesine dayanarak resmi olarak 1.604.031 müslümanın Rus ve Ermeni saldırılarından dolayı göç ettiğini, bunların yaklaşık %43.7 ( 701.166 ) ‘nin açlık, hastalık ya da katliam nedeniyle öldüğünü belirtiyor.[xxxii] Savaştan sonra Erzurum valisi resmi olarak göç ettiği saptanan 448.607 müslümandan sadece 173.304'ünün şehre dönebildiğini bildirecektir. [xxxiii] Yakın zamanda Murat Bardakçı tarafından yayınlanan “Talât Paşa’nın Evrak-ı Metrukesi”nde zorunlu tehcire tabi olan Osmanlı Ermenisini 924.158 olarak veriliyor.[xxxiv] Prof. Yusuf Halaçoğlu ise tehcir edilen Ermeni sayısını 438.758, tehcir sırasında çeşitli nedenlerle ölen Ermeni sayısının 56610 olduğunu belirtirken.[xxxv] Ermenilere soykırım yapıldığını savunan Yves Ternon ise ölü sayısının 600000 olduğundan bahsediyor.


Ermeni Tehciri , yıllardır işbirliği yapmış, fedai örgütleri de dahil bir çok açıdan birbiriyle benzeşen İttihatçılarla Taşnakların sivil halk üzerinden kanlı bir hesaplaşmasıydı. Sonuç her iki taraftan da birer milyona yakın kişinin göç etmek zorunda kaldığı acılarla dolu bir “beraberlik”ti. Kaç kişinin öldüğünü tam olarak tesbit etmek ise mümkün değil. Aradan neredeyse bir asır geçse de, üzerinde tartişmaların hâlâ devam ettiği, binlerce Osmanlı vatandaşının göç etmek zorunda kaldığı, yollarda hastalıklardan, katliamlardan dolayı öldüğü olaylara götüren süreci ve zihniyeti çok iyi tahlil etmek, ırkçılığın, kontrolden çıkmış “dışlayıcı milliyetçiliğin” nelere yol açabildiğini görmek, ayrıntılarda gizlenen gerçekleri ortaya çıkarmak gerekiyor.


[i] Büyük Felaket , 1915 Katliamı ve Ermeni Sorunu, Re Yayıncılık, İstanbul, Nisan 2005 s. 76
[i] Cemal Paşa, Hatırat ( 1913-1922), Nehir Yayınları, Nisan 2006,İstanbul ,s. 340
[ii] Cemal Paşa s. 330 ( Paşanın burada özellikle Taşnakları kastettiği hatıralarının ilgili bölümleri okunduğunda ortaya çıkıyor. Örn. s. 347)
[iii] Sacit Kutlu, Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzyılında Osmanlı Devleti, Bilgi Üniversitesi Yayınları , 1. Baskı, Haziran 2007, İstanbul s.221
[iv] Kutlu s.258
[v] Kutlu s.275
[vi] M.Raif Ogan, Sultan Abdülhamid-İftiralara Cevaplar, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2008, s.25
[vii] Kutlu s.317
[viii] Kutlu 379
[ix] Kutlu 425
[x] Cemal Paşa , s. 381
[xi] Kutlu 426
[xii] Yusuf Halaçoğlu “Ermeni Tehciri” Babıali Kültür Yayıncılığı, 14.Baskı , 2008 İstanbul, s.46-47
[xiii] Cemal Paşa ,s. 380
[xiv] Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilâl Hareketleri- İttihat Terakki Raporu Beyaz Kitap, Kaynak Yayınları , 2006 s. 174-178
[xv] Salahi Sonyel , The Great War and The Tragedy Of Anatolia, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2001, 2.Baskı s. 83
[xvi] Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Remzi Kitabevi, 8.Basım , s. 281
[xvii] Gürün s. 281-283
[xviii] A. Avagyan “İttihat Terakki Cemiyeti ile Ermeni Siyasi Partileri Arasındaki İlişkiler” Ermeniler ve İttihat Terakki, İşbirliğinden Çatışmaya içerisinde , Aras Yayıncılık, Kasım 2005 , İstanbul, s.131
[xix] Tarık Zafer Tunaya , Türkiye’de Siyasi Partiler C:3 İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul 2007, 3.Baskı s.648
[xx] Hovanissian’dan aktaran Ternon Ermeni Tabusu, Belge Yayınları, İstanbul, 1993 , s.246 20. numaralı dipnot
[xxi] Tunaya , s.648
[xxii] Hikmet Çiçek, Dr. Bahaatin Şakir, İttihat ve Terakki’den Teşkilât-ı Mahsusa’ya Bir Türk Jakobeni, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2. Baskı , Nisan 2007 s. 122
[xxiii] Galip Vardar’dan Aktaran Çiçek s.134
[xxiv] Avagyan , s. 132
[xxv] Tunaya a.g.e s. 649
[xxvi] Yves Ternon, s. 230
[xxvii] Minassian, “Birinci Dünya Savaşı öncesinde İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Ermeni Devrimci Federasyonu Arasındaki İlişkiler” Ermeniler ve İttihat Terakki, İşbirliğinden Çatışmaya içerisinde , Aras Yayıncılık, Kasım 2005 , İstanbul,s.203
[xxviii] Avagyan s. 132
[xxix] Minassian s.203
[xxx] Minassian s. 203
[xxxi] Cemal Paşa s. 485
[xxxii] Standford Shaw, The Ottoman Empire in World War I, Volume 2, Türk Tarih Kurumu, 2008 s. 993
[xxxiii] Shaw s. 993
[xxxiv] Murat Bardakçı “Talât Paşa’nın Evrâk-ı Metrûkesi” Everest Yayınları 2008, s. 77
[xxxv] Halaçoğlu s. 97-98 ( Halaçoğlu bu rakamdan sadece 9-10.000 tanesinin eşkıyalarca öldürüldüğünü, geri kalanların hastalık ve açlıktan ölmüş olabileceğini yazıyor) Bu arada Halaçoğlu’nın Osmanlı arşivlerine, Murat Bardakçı’nın ise Talât Paşa’nın kara kaplı defterini kaynak alarak verdiği tehcir edilen Ermeni sayısında büyük fark olması dikkat çekici.

http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8685

Monday, January 25, 2010

Ermeni yalanı altında yatan siyasi projeler-1-

Ermeni yalanı hukuki değil siyasi amaçlıERMENİ iftiralarının kaynağını ve hukuki durumu araştırarak “Ermeni talepleri” adlı kitabı yazan Avukat Gülseren Aytaş, ’organize propaganda’nın perde arkasına dikkat çekti.

Ermeni propagandaları hukuki değil, siyasidirAv. Gülseren Aytaş, “Dünyada hiçbir milletin üzerine bu kadar yaygın, organize bir propagandayla gidilmemiştir. Bu olaylar dünyanın en ibret verici haksızlık belgeleri olarak tarihteki yerini alacak” dedi

GİRİŞ: Bir grup sözde aydının 1915 olayları ile ilgili hazırladığı ‘özür bildirisi’, bazı ülkelerin parlamentolarında bekleyen iftira tasarıları ve Ankara ile Erivan arasında başlayan ‘zoraki’ yakınlaşma, yüz yıllık Ermeni yalanlarını yeniden gündeme getirdi. Bir dizi iftiranın havada uçuştuğu ortamda “Ermeni Talepleri” kitabının yazarı Avukat Gülseren Aytaş’la konuştuk...

* Sözde aydınlar, Türk milletini, Ermenilerden ’özür dilemeye’ çağıracak. Bu çirkin kampanya, ülkemizde yeni tartışmalar başlattı. Bu sinsi propaganda konusunda neler düşünüyorsunuz? Türk insanına uzun zamandır başkalarıyla empati kurması tavsiye ediliyor.
Oysa Türk milletine empati kurma konusunda ders vermeye gerek yok. Hitler zulmünden kaçan Almanların, Saddam zulmünden kaçan peşmergelerin, Ermenistan’da iş bulamayarak kaçan 100 bin Ermeninin sığındığı ülke Türkiye’dir. Aksine Türkiye ile empati kurmayı başarabilirlerse yurtta barış, dünyada barış ilkesinin önemini kavrayabilirler.

İkincisi Ermeni propagandaları özellikle 1960’lı yıllarda Amerika’da ve Avrupa’da başlatıldı ve günümüze kadar sistematik bir şekilde sürdürüldü. Dünyada hiçbir milletin üzerine bu kadar yaygın ve organize bir propaganda ile gidilmemiştir. Bu propagandalar dünyanın en ibret verici haksızlık belgeleri olarak tarihteki yerini alacak. Ancak bu propagandalara katılan devletlerin Türk milletine bir özür borcu var.

* Bu tür kampanyalara karşı neler yapılmalı? Ermeni propagandaları hukuki değil siyasi. Siyasi bir talep ancak siyasetle bertaraf edilebilir. Meselâ bir ülke Türkiye aleyhine parlamento kararı alıyorsa Türkiye’nin de o ülke aleyhine meclis kararı alabilir. Onun için Türkiye haklarını bıkmadan usanmadan anlatmalı ve korumalı.

* Siz, hukukçu kimliğinizin yanında, Ermeni konusunda araştırmalarla da tanınıyorsunuz.

’Ermeni Talepleri’ kitabının başlangıç noktası ne oldu?2006’da Türkiye’nin sözde soykırım iddialarına karşı bir Ermeni hamlesi yapacağı, uluslararası yargıya başvuracağı haberleri çıktı. Buna göre, Türkiye ve Ermenistan 3’er hakim seçecek. İki ülke milliyetinden olmayan bir bağımsız hâkim de başkan atanacak. Bu heyet 1915 olaylarının BM Sözleşmesi’ne göre soykırım olup olmadığına karar verecek. Kısacası Türkiye soykırımcı ülkeler gibi yargılanacak! Hakemlerin oyları eşit çıkarsa, komisyon başkanının tek oyu kararı belirleyecek. Ben bu haberleri okuyunca çok üzüldüm ve endişelendim. Böylece konuyu hukuki yönden incelemeye başladım.

* Bu hassas konunun hukuki yönü sizce nedir?Yalnız Ermeni meselesi değil pek çok mesele Atatürk zamanında milletlerarası antlaşmalarla hukuken çözümlendi ve tasfiye edildi. Dolayısıyla bu konunun sanki hiç çözümlenmemiş gibi ele alınması çok yanlış. Oysa yargılama ve sorumlu tutma talepleri Sevr’de vardı. Ancak bu talepler düşman işgali altında dahi kabul edilmedi ve ardından 1921 Kars Antlaşması ile Ermeni sorunu çözüldü. Buna rağmen Ermeni iddialarına karşı uluslararası yargıya başvuru için 2000’li yıllardan itibaren hazırlık yapılıyormuş, belki de daha önceden. Doğrusu çok üzüldüm ve hayret ettim.

Haklarımızı gündeme getirmeliyizTürkiye’nin Ermeni propagandalarından çekinecek hiçbir durumu olmadığını ifade eden Avukat Gülseren Aytaş, şunları söyledi:

“Birincisi, Türk tarihinde soykırım veya atom bombası veya kimyasal silâh kullanımı gibi bir insanlık ayıbı yok. İkincisi Ermeni sorunu Atatürk zamanında yapılan uluslararası antlaşmalarla hukuken çözümlenmiş. Dolayısıyla bu konu artık tartışma konusu dahi yapılamaz. Zaten müzakere konusu edebilselerdi bunu 90 senedir yapmazlar mıydı? Türkiye’nin bunları gündeme getirmesi gerekir. Küresel devletler Türkiye’nin haklarını yok sayma politikası izliyor.

Görmezden gelmekle bu haklar ortadan kalkmaz. Ancak haklarımızı bizim gündeme getirmemiz gerekir. Bağımsız bir devlet olmanın önemi burada. Bir de Türkiye’nin milletlerarası hukuktan kaynaklanan mütekabiliyet, misilleme gibi hakları var. Diyelim ki yabancı bir ülke parlamentosu Türkiye aleyhinde bir karar aldı, Türkiye de bu kararın kaldırılması için nota verebilir.”

Parayla kırım yaptı diye idam edilen Nusret Bey’in cebinden bir lira çıktı1915 tehciri esnasında Ermeni iftirasına kurban giden Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’in arkasında bıraktığı yetimlere kalan parası, yamalı pantolonundan çıkan 1 liraydı!
* Biraz geçmişe dönersek; Ermeni çetelerin isyanlarının siyasi bir mücadele olarak gösterilmesi konusunda neler söylersiniz?Ermeni çetecilerin faaliyetleri isyan faaliyetleri olarak değil de siyasi mücadele olarak nitelendiriliyor, yani isyan ve vatana ihanet kavramı değiştiriliyor.
İşgal ordularıyla işbirliği yaparak masum halka silahlı saldırılar düzenlemek vatana ihanet ve isyan faaliyetleridir. Ülkenin birliğini ve bütünlüğünü bozmaya yönelik faaliyetleri siyasi mücadele olarak değerlendiremezsiniz. Hiçbir devlet de böyle değerlendirmez, yaptırım uygular.

* Araştırırken sizi en çok etkileyen durum ne oldu?Uluslararası yargıya hazırlıklar konusunda benim en çok garipsediğim nokta Ermenistan’ın bu teklife yanaşmayacağı, kaçacağı şeklindeki sözler. Buna gerçekten inanıyorlar mı, merak ediyorum. Zaten amaç, Türkiye’yi bir şekilde yargılayıp sorumlu tutmak değil mi? Aksi halde 40 yıldır sürdürülen bunca masraflı propagandalar neden yapılsın? Üstelik pek çok ülkede Türkiye’nin geçmişiyle “yüzleşmesi” gerektiği yönünde yayınlar yapılıyor.

* Geçmişimizle barışalım, yüzleşelim gibi sözler haklı mı?Türkler geçmişiyle küs değil, tarihimizi de inkar etmiyoruz. Osmanlı Devleti’nin bütün borçlarını halefi sıfatıyla son kuruşuna kadar ödedik. Ancak Osmanlı Devleti’nin milletlerarası bir mahkeme tarafından yargılanmasını söz konusu bile ettirmedik.
Üstelik Mondros Mütarekesi ortamında nakil ve sevkler nedeniyle çok haksız tutuklamalar ve yargılamalar yapılmış. Sanıkların kararı temyiz hakkı dahi kaldırılmış. Bir Nusret Bey hikayesi var meselâ.
Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey, para için kırım yaptığı iddiasıyla idam ediliyor, ancak yamalı pantolonunun cebinden bir lira çıkıyor.
Daha sonra bu mahkeme kararlarını temyiz hakkı veriyorlar ve bu karar da bozuluyor. Çünkü dava dosyasının içinde düzmece evraklar tespit ediliyor. Ancak çok geç kalınmış oluyor, çünkü idam gerçekleşmiş. Öte yandan Torlakyan isimli bir Ermeni, İstanbul’da Azerbaycan’ın eski bir Bakanı’na suikast düzenleyerek öldürüyor.

Bu kişi Divan-ı Harp tarafından yargılanıyor ve ceza almadan salıveriliyor. İstanbul’daki bu mahkemenin üç hakimi ve savcısı da İngiliz!

İnanılması güç olaylar. İşte bu alacakaranlık ortamda bile Sevr hükümleri tartışma konusu bile edilmemiş.

Atatürk Nutuk’ta Sevr için, ’Bu taslak TBMM tarafından tartışılmaya değer bile bulunmamıştır’ diyor.

Türkiye çok vahim bir hatanın eşiğinde‘Ermeni Talepleri’ isimli kitabın yazarı Avukat Gülseren Aytaş, diaspora ve işbirlikçilerinin sinsi planlarına karşı dikkatli olunmasını istedi. Aytaş, “Türkiye, Ermenistan’a toprak ve tazminat talebi yolunu açacak çok vahim bir tarihî hatanın eşiğindedir” uyarısı yaptı.
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/haberdetay.php?hit=11735


Aslolan küresel talepler

Ermeni yalanı altında yatan siyasi projeler

Ne hukuki ne de fiili böyle bir derdimiz var

Ermeni tezlerini savunanların ’soykırımı’ kelimesini tekrarlaya tekrarlaya zihinlere yerleştirdiğini belirten Gülseren Aytaş, “Bu ifadeyi hiç kullanmamamız gerekir” dedi.
Avukat kimliğine rağmen Ermeni yalanlarını ortaya koymak için yaptığı çalışmalarla dikkatleri üzerine toplayan Gülseren Aytaş’la yaptığımız röportajın dün yayınlanan bölümünde, Türkiye’deki işbirlikçi çevrelerin faaliyetlerini masaya yatırdık.

Bugün ise iftiraların ardındaki projeleri konuştuk l Osmanlı Devleti’nin sürgün kararı doğru bir karar mıydı?Ermeni çetelerinin varlığı 1915 yılından çok önce başlıyor, azınlıkların müttefik devletlerce himayeleri ise 1700’lü yıllara kadar gidiyor. Osmanlı Devleti’ne isyan etmenin serbest, Osmanlı Devleti’nin isyanı bastırmasının yasak olduğu bir dönem yaşanıyor. Bir yerde isyan çıkınca müttefik devletler hemen müdahale ediyorlar, nota veriyorlar, ıslahat kararı ve af kanunu çıkarttırıyorlar. İsyancılar salıveriliyor. Yani Osmanlı Devleti çıkarlarına aykırı taleplere hayır diyemiyor ve halk korunmasız kalıyor. Nihayet 1915 yılında Ermeni çeteleri Ruslarla işbirliği yaparak askere ve halka karşı silahlı saldırılar düzenleyince nakil ve sevk kararı alınıyor. Yani Osmanlı Devleti’nin bir vilayetinden diğer vilayetine yer değiştirme yapılıyor. Bu nakil ve sevk sözü sonraları tehcire, sürgüne dönüşüyor.

Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin nakil ve sevk kararı var, sürgün değil. Sürgün nasıl oluyor; İstanbul’u işgal eden güçler, 16 Mart 1920’den itibaren Mebusan Meclisi’ni basıyorlar ve milliyetçi gördükleri vekilleri tutuklayarak Malta Adası’na sürgüne gönderiyorlar. İşte sürgün böyle oluyor. Soruya gelince, Osmanlı Devleti’nin 1915 nakil ve sevk işlemlerinde hiçbir hukuka aykırılık yok.

Ermeni sorunu nasıl çözülmeli?

Türkiye Ermeni sorununu Kars Antlaşması ile 1921’de çözümlemiş. Sadece bu sorunu değil, Tanzimat zihniyetiyle oluşan yüzyıllık sorunları tasfiye etmiş. Bizim ne hukuken ne de fiilen bir Ermeni sorunumuz var. Birbirimizden kız alıp vermişiz, birlikte avukatlık yapıyoruz.

Televizyona bir Ermeni asıllı avukat üstadımız çıkmıştı, herkesi ağlatmıştı. “Ben Ermeni asıllıyım ama bu ülkenin vatandaşı olarak aynı zamanda Türk’üm. Ne mutlu Türk’üm diyene, diyorum. Soykırım yoktur, iç ve dış güvenlik için yasa çıkarılmıştır. Türkiye Ermenileri basamak olarak kullanılamaz” şeklinde konuşmuştu. Dolayısıyla Türkiye’nin fiilen ve hukuken bir Ermeni sorunu yok, Türkiye’ye yönelik yaygın ve sistematik bir propaganda var. Bir de Ermeni soykırımı tamlamasını kullanmak çok yanlış. Gerçek olmayan bir sözü tekrarlaya tekrarlaya zihnimize yerleştiriyoruz, yerleştiriyorlar, bu ifadeyi hiç kullanmamak lâzım.
+++


Yüzleşmekten bahsedenler önce Irak’a bakmalı Gülseren Aytaş, “Mazlum milletlere yapılan soykırım yaptırımsız kalıyor” diyor.

Türkiye, sizce tarihiyle yüzleşmekten korkuyor mu?Bizim tarihimizle yüzleşmemizi gerektiren herhangi bir durum yok. Bu konuda tarihi gerçekleri ortaya koyan pek çok bilimsel eser var. Gerçeklerle yüzleşmekten bahsedenler, 1948 Soykırım Sözleşmesinden sonra Türklere yapılan soykırımlarla yüzleşmeli, Irak’ta öldürülen bir milyonu aşkın Müslüman gerçeğiyle yüzleşmeli. Türklere ve mazlum milletlere yapılan soykırımlar yaptırımsız kalıyor. İstanbul Barosu, gerçekten tarihe not düştü ve Irak’taki soykırımın cezalandırılması için 2003 yılında Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) başvurdu. Ancak UCM Başsavcısı 2006 yılında Irak için dava açılması talebini reddetti! Yani Irak’ta soykırım veya insanlığa karşı suç yokmuş.

Irak İngiltere’yi işgal etmiş olsaydı ne olurdu diye düşünmek lâzım. Müslümanların hak ve özgürlükleri yok mu? Onun için bütün dünya milletleri özgürlük, adalet ve barış için mücadele etmeli. Türkiye Malezya olur mu diye tartışma çıkıyor, Türkiye İran olur mu diye tartışma çıkıyor da neden Türkiye Irak olur mu diye tartışma çıkmıyor, merak ediyorum. Kitabınızda hangi konular var?

Birinci kısımda, Ermeni sorununun nasıl ortaya çıktığı, nasıl çözümlendiği ve Türkiye’nin hakları konusu var. İkinci kısımda bu bilgilerin değerlendirilmesi yer alıyor.

Ermeni propagandalarının nitelikleri, kaynakları, komisyon kurulması ve yargıya başvuru önerileri gibi konular var. Giriş kısmında ise ek hukuki bilgi olarak milletlerarası sözleşmelerin kısa açıklamaları var. Özellikle Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü konusuna çok dikkat etmek lazım, çünkü bu mahkeme tıpkı AİHM gibi geriye dönük yargılama yapabilir. Bu durum egemenlik haklarımıza tamamen aykırı. Kitabın sonunda ise 1915 Nakil ve Sevk kararı ile Lozan Antlaşmasıyla ilgili bazı maddeleri açıklayan bir ek daha var.

Amerikan işgali altında bulunan Irak’ta kan hiç durmadı. Amerikan askerleri, aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu 1.5 milyon sivil Iraklıyı hunharca katletti. Dünya, anaları ağlatan bu mezalime seyirci kaldı.


+++Kars Antlaşması sorunu zaten çözdü

Ermenistan’la olan sorunlar nasıl çözülebilir? Uzlaşma, hukuki bir terim; devletler arasındaki uyuşmazlıkların çözümlenmesi için BM Sözleşmesinin 33. maddesi ve devamında öngörülmüş. Dolayısıyla uzlaşma terimini kullanmamak gerekir. Çünkü Türkiye’nin Ermenistan ile çözümlemesi gereken bir hukuki uyuşmazlık yok. Ermenistan 1921 Kars Antlaşması ile bağlı. Ancak Ermenistan’ın iyi komşuluk yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekiyor.

Türkiye’den özür dilemesi, Anayasası ve Bağımsızlık Bildirisinden Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik taleplerini kaldırması, soykırım anıtlarını kaldırması, işgal altında tuttuğu Azerbaycan topraklarını boşaltması ve Türkiye’nin güvenini kazanması gerekiyor. Ermenistan’la iyi ilişkiler kurulması da gündeme getiriliyor.

Elbette iyi ilişkiler olmalı, ancak bahsedilen iyi ilişkiler Atatürk zamanında zaten kurulmuştu. Atatürk, “Ermeni sorunu Kars Antlaşması ile en doğru şekilde çözüldü, yüzyıllardan beri dostluk içinde yaşayan iki çalışkan halkın iyi ilişkileri yeniden kuruldu” demişti.

Arşivler açılsa, tarih komisyonu kurulsanasıl olur?Arşivler zaten açık. Ortak Tarih Komisyonu önerisi ise yargıya başvuru önerisi gibi yanlış. Ortak Tarih Komisyonu haksız bir karara varırsa ne olacak? Üstelik Sevr’de, Milletler Cemiyeti’nin komisyonlar kurması ve soruşturmalar yapması da öngörülmüştü. Bu teklif de asla tartışma konusu ettirilmedi. Milli Mücadele ile haklılığımızı ispat etmişiz ve bu sorunu çözmüşüz. Sahip olduğumuz haklarımızı şimdi neden tartışmaya açalım? Tartışmadan doğrulara varılamaz deniyor.Bize sunulan doğruları sorgulamadan gerçeklere ulaşamayız. Atatürk onun için fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirilmesini istemişti. İlim tercümeyle değil tetkikle olur demişti.

Gerçeklere ulaşabilmek için elbette iyiniyetli tartışmalar olmalı. Meselâ Türklere ve mazlum milletlere yapılan soykırımların neden yaptırımsız kaldığı, adaletin ne olduğu tartışılmalı. Ermeni propagandalarının arkasındaki talepler tartışılmalı. Ermeni sorununun aslında hukuken çözümlendiği halde neden “sorun” haline getirilmek istendiği tartışılmalı. Ancak o zaman Türkiye’nin haklarının neden tartışma konusu yapılamayacağı anlaşılır.
+++
Ermeni talepleri küresel talepler arasında ayrıntı Kitabınızda değişik bilgiler var mı?


Evet. Meselâ Lozan Konferansındaki bazı görüşmeler var. Ermeni çetecilerine af istiyorlar. Türkiye’yi terk edenlerin geri dönmesini istiyorlar.

Türk Heyeti geri dönüşleri kabul etmediği gibi af projesini sadece düşman kuvvetler için öneriyor, yurt içindeki vatana ihanet suçlarını affetmek istemiyor. Bu hakkını Kars Antlaşması’nda saklı tutmuş. Hatta İsmet Paşa Lozan’da “devletine karşı silâh kullananların affedildikleri başka memleketlerde görülmüş şey değildir” diyor. Ancak Lozan’da o kadar ısrarlar oluyor ki en sonunda genel af, düşman ordularıyla işbirliği yapanları yani Ermeni çetecilerini de kapsıyor. Yani affeden biziz, affedilen vatana ihanet suçu işleyen Ermeni çeteciler. Kitabınızın ismi neden‘Ermeni Talepleri’ ?

-Ermeni iddialarının altına bakınca Ermeni taleplerini görüyoruz.

Ermeni talepleri de aslında sadece Ermenistan’ın talepleri değil, küresel bir talep.

Mesela 1987 yılında alınmış bir AB Parlamentosu kararı var kitapta.

Bakıyoruz ve şunu açıkça görüyoruz:
AB’nin bir kısım talepleri = Ermeni talepleri

+ Ege talepleri
+ Güneydoğu Anadolu talepleri
+ Kıbrıs talepleri
+ dini özgürlükler adı altında sair imtiyaz talepleri.

Aslında Ermeni talepleri, küresel talepler içinde bir ayrıntı.

Sonuç olarak hepimizin konu hakkında bilgilenmesi lâzım.
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/haberdetay.php?hit=11766